planetary-ring-24354

Bölüm 4.

Standart dışı davranmak korkutucu olabiliyor. Bu korkuların üzerinden geçmek için günlük yaşamımıza neleri katabiliriz?

Şunu bilmem gerekiyor, inandığım her şey aslında bana zamanında bir grup insan tarafından, annem, babam, öğretmenim ya da beni yetiştiren kişiler tarafından verilmiş programlar. Bilmem gereken çok önemli bir şey de, bu dünyadaki hiçbir şeyin mutlak doğru olmadığı. Yani ben “Para zor kazanılır” dediğim zaman bunu doğru olabilmesi ve benim haklı olabilmem için dünyadaki herkesin parayı zor kazanması gerekiyor. Ama öyle değil, çok kolay kazanan da var. Eğer dünyadaki herkes parayı zor kazanmıyorsa, ben paranın zor kazanıldığı gerçekliğine tutunup bu inançla beraber hayatımı yönetmeyi seçmişim demektir.

https://www.banukalayci.com/?p=1089  Bölüm 1 için tıklayınız

https://www.banukalayci.com/?p=1089 Bölüm 2 için tıklayınız

https://www.banukalayci.com/?p=1089  Bölüm 3 için tıklayınız

Kendimi yeni bir gerçekliğe açmak istiyorsam zihnimin esnek olması gerekiyor. Oysa zihin “Olumlu düşün!” deyince olumlu düşünebilen bir mekanizma değil. “Benim istediğim şekilde düşün!” dediğimde de “Tamam patron” diyemiyor. Neden? Çünkü, bir dünya nöron ağlarıyla birleştirilmiş ve onlar alışık olduğu şekilde düşünüp alışık olduğu sonuçları yaratmak istiyor. O nedenle önce istediğim şekilde düşünebilmem için zihnimi güzel bir şekilde eğitmem gerek.

Bunu nasıl yapacağız?

Zihin, bana hizmet etmek için yaratılmış benim parçalarımdan bir tanesi. Nasıl koluma “Uzan, şunu al” dediğim zaman masanın üzerinde duran fincanı alıyor, aynı şekilde zihnime “Şunu düşüneceksin, şu titreşimi yaratacaksın” dediğimde de bana hizmet etmesi gerek. Ama bu kadar muazzam mekanizmayı başı boş şekilde kendi sistemine bırakırsan da muhteşem bir at gibi dolaşıyor ortada. Sen de üstündeysen yandın! Nerede düşeceğini bilemezsin. Ama o muhteşem atı, düzgün bir şekilde eğitirsen onunla gidemeyeceğin hiçbir yer yok. Zihinde de aynı şekilde ve onu eğitmek için çalışmam gerekiyor. Zihnime nasıl odaklanacağını göstermem gerekiyor.

Negatif düşünmeye eğilimli bir toplumdan geliyoruz. Araştırmalar gün içinde zihnin negatif düşünme potansiyelini yüzde 98 olduğunu gösteriyor. Zihnin olumlu düşünme potansiyelini geliştirmek için önemli egzersizlerden biri şükran prosesi.

Şükran prosesi nedir bizim için, hayatında negatif şeyler olduğu kadar pozitif şeyler de var. Nasıl her gün 10 dakika yüzersen omuz kaslarını, bacak kaslarını güçlendirirsin ama atlayıp çıkarsan serinleyip çıkarsın, zihni geliştirmek için de her gün 10 dakika boyunca hayatımızda iyi giden şeyler için “Şükran duyuyorum” demek…Sonra bu süre artabilir.

“Olumlu düşün, şükran duy” deyince insanların aklına hep çok büyük şeyler geliyor. Ve hayatlarında böyle yolunda giden şeyler bulmakta zorlanabiliyorlar.

Hayatından çıktığı ya da zedelendiği zaman sorun yaratabilme potansiyeli olan her şey, hayatında iyi giden şeylerdendir. Yani uçan kuşun kanadının titreşimini görebilmek, gökyüzündeki bulutlara bakabilmek, içtiğim çayın lezzetini alabilmek, sevdiğim bir insanın sesini duyabilmek, hala hayatta olduğu için içimin kabarması, istediğim insana istediğim zamana sarılabilme gücü, yatakta yatarken yumuşak bir yastığa kafamı koyabilme, kafamdaki saçın olduğunu bilmek, tarağımın olması, yıkanırken suyumun aktığını bilmek, hele de sıcak akarsa ne kadar güzel… İnsanlar su soğuk akarsa öfkelenmeyi biliyorlar ama su sıcak akıyor diye “Çok şükür” demeyi kestiremiyorlar. Çok sıradan gördüğümüz şeyler aslında çok büyük konfor bizim için hayatımızda. Ama insanlar bunu bulmakta zorlanıyor. Çünkü beynin o merkezindeki nöronlar birbirleriyle iletişim halinde değil. Nasıl ormanlarda çok yürünmeyen yollarda çalı çırpı olur, kullanılan yerler patika. Beynin o bölgesi çalı çırpı dolu, kişi oraya girince zorlanıyor. Devam et, bir süre sonra o yol açılacak. O zaman istediğim zamanda “Kötü hissediyorum” diyebilir, kötü hissetmeye izin verebilir ya da iyi hissetmeyi seçebilirim.

Gün içerisinde zihnimize sürekli olumsuz düşünceler, yargılar, inançlar hücum ediyor. Bunlarla nasıl başa çıkacağız?

Aklımıza her olumsuz düşünce geldiğinde hemen olumlu bir şey düşünerek.. Böylece olumsuz düşünceyi fark ettiğini ve olumlu düşünmeyi seçtiğinde beynin o bölgedeki nöron ağlarını güçlendiriyorsun. Bunu düzenli yaptığımız zaman beyin diyor ki “Bu kadın herhalde delirdi, beni çok yoruyor. Ben en iyisi bu kadar yorulacağıma olumsuz düşünmek yerine olumlu düşüneyim” diyor.

Olumlu düşündüğümüzde tüm sorunların biteceği hayatımızın güllük gülistanlık olacağı algısı var.

Sorun sadece bir algı bizim için. Doğaya bir bakalım; her şey doğuyor, gelişiyor, kendi devreleri içinde ölüyor ve tekrar doğuyor. Ölen her şey aslında doğada başka formda geri geliyor. Bizim değişim diye gördüğümüz birçok şey aslında sürecin bir parçası. Ya da zorluk diye gördüğüm şey sadece bir bakış açısı. Doğada ağaçlar “Çiçeklerim dökülüyor” diye üzülmez, bunu sorun olarak görmez ve meyveye, yeni gelene yer açar.

Bir yerde sorun varsa çözüm her zaman yanındadır. Sadece içinde olduğum bakış açısı, durumu ve titreşim yükü, benim sorunu görmmeme ve çözümü göremememe sebep olur. İnsanlar, sorunu daha çok düşünerek çözüm bulmaya çalışıyorlar. Zihnin tıkandığı yerlerde bedeni ya da duyguları hemen yardıma çağırırız ki duyguyu yükseltirsek zihin daha yüksek bakış açısından çözümü görebilir. Bedeni çalıştırıp tutulan duygu yükünü azaltıp bedeni iyi hissettirmeyi becerirsek yine aynı şekilde zihin takıldığı yerden çıkar, daha yüksek bir yerden çözümü görmeye odaklanır.

Bedeni çalıştırmak zihnin düşünce rotasından çıkmasını nasıl sağlıyor?

Beden çok büyük bir mucize. Bedeni kullanma şeklin, bazı duygularla ve düşünce tarzları ile kodlanmış durumda yani sen üzüldüğün zaman kendini küçülterek oturuyorsun öyle oturduğunda üzgün değilsen bile bedenin bu oturuş biçimine dair olduğundan üzüntüye dayalı duygu üretmeye başlıyor. Bunların üzerinde araştırma yapılmış. Gülümsediğin zaman mutluluk hormonu salgılıyorsun, yüzüne bilerek gülümseme ifadesi verdiğinde, örneğin kalemi ağzına yatay yerleştirip tuttuğunde yüzünü gülümser hale getirdiğinde beden diyor ki “Patron gülümsüyor ama hormon eksik” ve hemen hormon üretmeye başlıyor.

Beden duygunun sonucunda hareket şeklini belirliyor. Ama aynı şekilde hareket şekline göre düşünce ve duygu durumunu da belirliyor. O yüzden güç duruşu diye bir şey var, o yüzden ağzınıza kalem alın dolaşın, dik yürüyün, başınızı dik tutun, gökyüzüne bakın, diyoruz.

Hazır duygulardan bahsetmişken üçlü sistemin duygu ayağına geçelim mi?

Tabii, bunun için yine önceki parçaları ufaktan bir hatırlamamız gerekiyor. Zihin iyi yönetilmesi gereken muhteşem bir parçamız. Hayata dair kodlarımız orada. Şöyle örnek vereyim; küçükken “Kayserililer ya da falanca yerli insanlar kötüdür” diye büyütülen birine “Merhaba benim adım Banu, Kayseriliyim” dediğimde zihnindeki program nedeniyle korkuyu yaratabiliyor. Kayserili olduğumu öğrendiği anda çocukken dinlediği bir dünya hikayeyi zihninde tuttuğu için kendini kitleyip vücudunda buna uygun hale getirebiliyor, üstüne üstlük sana sinir olabiliyor. Ve tüm bunların benimle bir ilgisi yok..

“Para kazanmak zordur. Patronlar iğrenç insanlardır, para kötülerin elinde. Ben para hakkında konuşmam, parayı tutmam” diyen insanlar var. Paranın kötü olduğu düşünülen bir yerde büyümüş. İğrenç insana dönüşmemek için para kazanmıyor. Ama sonra dönüp diyor ki “Ne kadar çalışırsam çalışayım, istediğim parayı kazanamıyorum”. Bir tarafı çalışıp başarılı olmak ve para kazanmak istiyor ama başka bir program var zihninde o program daha geçmişe dayalı olduğu için daha yüksek titreşimsel gücü olduğu için sonradan yaratılmış diğer inanç kalıbının yarattığı her etkiyi yiyor. O yüzden uyumlu inanç kalıpları ile bütünleniyor olmamız gerekiyor zihinde.

Çocuklukta edindiğimiz inanç kalıplarını ortadan kaldırmak daha güç o zaman.

Programları ip yumağı gibi düşünelim. Çocukluğumuzdan itibaren sarılıyor o yumak. Bizim o yumağı görmemiz, neyin, nereden geldiğini bilmemiz lazım. Yumağımızı elimize alıp programa ulaşıncaya kadar çözmemiz lazım. Ne zaman ki insan, programını görüyor, onun tarafından yönetildiğinin farkına varıyor, o zaman işimiz çok kolaylaşıyor. Bir de işin başka tarafı var. Programlar sadece zihnimde değil. O programın yarattığı enerji yükleri var bedenimde. Bedenimde kayıtlı duygu yükü yüzünden de alttaki kayıtları göremiyorum.

Konumuzdan biraz sapmak gibi olacak ama söz, çocuklukta atılan inanç kalıplarına gelince anne babalar “Eyvah ben ne yaptım, çocuğuma neler söyledim!” diye çığlığı koparabiliyor. Çocuklarımız tüm negatif inanç kalıplarından arın- dırarak yetiştirmek mümkün mü? Bu nasıl bir farkındalık gerektiriyor?

Evet, sözler tabii ki önemli ama çocuk genelde anne babasının söylediğini değil yaptığını ve yaşadığını programlarına alıyor, kendince sonuçlar çıkarıyor. O nedenle çocuklara sözel eğitim verirken dikkatli olalım “Para kolay kazanılmıyor” demeyelim ama çocuk, çok güzel program yaratan bir mekanizma aynı zamanda. Seni görüyor, çok çalışıyorsun ama para kazanamıyorsun ve bunun için ağlıyorsun. O da diyor ki “Paranın yokluğu çok üzücü bir şeydir ve ne kadar çok çalışırsan o kadar para kazanacaksın diye bir şey yok” diyor. Para için kavga eden ailelerde “Para mutluluğu bozar” kalıbını çıkarıyor mesela…

Her çocuk içinde bulunduğu ortama göre kendine uygun eşsiz programlar çıkarıyor. Çocuklar için ne yapabiliriz?

Bolluk bilincini çocuklara gösterdiğimiz bir hayat yaratabiliriz. Bolluk bilincinin parayla ilgili olmadığını, bunun bir his olduğunu ve paranın çok güzel bir kolaylaştırıcı, muhteşem bir dost, hayat rahatlatan bir araç olduğunun farkındalığıyla her zaman bolluk içinde olduğumuz hissini verebiliriz. Yani “Karnımız her zaman duyar, her zaman güvendeyiz. En büyük zenginlik insanın bedeninin içindeki sağlıklı halidir, mutlu ailelerdir, gülen yüzlerdir” gibi kalıpları verdiğimiz zaman çocuk, eğer geçmişten gelen negatif program yükünü hücre hafızasında uyur halde tutabiliyor. O nedenle, beden hafızasında atalardan gelen programları harekete geçirmediğimize emin olmamız gerekiyor. “Bazen parasız kalabiliriz. Ama parasız kalmamız, yoksul olduğumuz anlamına gelmiyor”u bilmesi lazım çocuğun.

Kendi eşsizliğinin altı çizilerek, sevilerek büyütülen çocuklar bolluğa daha kolay açılabiliyor. Bir çocuk değerli olduğunun farkındaysa, sevildiğini biliyorsa bizim için özgüven ve eşsizliğinin altı çizilmiştir ve hayatta daha cesur adımlar atabilir.

Anne babaların yoğun bir duygusu da suçluluk olabiliyor…

Ebeveyn olarak elimden gelenin en iyisini yapabilirim. Ondan sonra da çocuk ne istiyorsa onu deneyimleyecek. Suçluluk duygusu anne babayı ve çocukların düzenini çok etkiliyor. Hayatın içinde yaşayan varlıklar olduğumuzu unutmadan, hayatı büyük bir ciddiyetle hiç ciddiye almadan yaşamamız gerekiyor. Her şey geçici, her şey değişebilir. Ama “Elimden gelenin yüzde 100’ünü yaptım” diyebilmeliyiz.

Hayatı hiç ciddiye almadan büyük bir ciddiyetle yaşamak, birbirine eşitliği olmayan bir denklem gibi görünüyor. Bu nasıl mümkün olacak?

Bugün bu işi yapıyorum, bu kadar parayı kazanıyorum, bu bedendeyim, bu insanla birlikteyim… Hayat bu. Elimden gelenin yüzde 100ü ile haklarının hepsini veriyorum ve kendi hakkının da yüzde yüzünü alıyorum ama bunların hepsinin yarın değişebilme ve başkalaşabilme ihtimali olduğunu bilerek, bunun farkındalığını yaşayarak eyleme geçtiğimde daha değerli sonuçlar yaratıyorum ve geçmişe tutunmuyorum. Anne sütü iyidir. Kime iyidir, bana değil.. Ben annemin sütünü içmeye kalksam, birincisi onun sütü yok, ikincisi artık beni besleyemez. Ben doğduğum zaman iyiydi annemin sütü, şimdi beni besleyen başka şeyler var. Hayatın her alanına bu şekilde bakabilme kabiliyeti gerçek mucizeler yaratıyor.

O mucizeleri yaratmada duygularımızın rolü ne?

Duygusal durumumuz, bedende zihin desteği ile tutulan enerji yükünü çekebiliyor. Hadi yine bir örnekle gidelim… Sen bana üç yaşındayken muhteşem bir oyuncak araba almışsındır ve ben onu ilk gördüğüm zaman kimsede olmayan, garip bir ses çıkaran araba ile çok heyecanlanmışımdır… Ben buradan öyle bir çıkarım yapıyorum ki “Bir çocuğun beni sevmesini istiyorsam ona güzel hediyeler almam lazım” diyorum. Bunu getiren sen olduğun için zihnimde bu duygu ile beraber senin görüntünü de tutuyorum; ses tonun, saçın, boyun. Böyle insanlar gördüğüm zaman farkında olmadan duygusal olarak onlara çekiliyorum. Bu kez aynı şeyi travma için düşünelim. Diyelim ki ilkokul öğretmenim bıyıklıydı; arada bir geğiriyordu ve sürekli hakaret edip bana kendimi kötü hissettiriyordu; bir de tiki vardı, arada bir göz kırpıyordu. İşte mis gibi bir program. Bana kendimi aşağılık hissettirmiş insanın çıkarımını yapıyorum. O boydaki, ses tonundaki, geğiren insan gördüğümde onu hiç tanımadığım halde duygusal tetiklenme yaşayıp tepki vermeye başlayabiliyorum. Belki de bana ilkokul öğretmenimi hatırlattı diye tepki gösterdiğim bu insan hayatımın iş fırsatını sunacaktı bana. O travmayı temizlemediğim için bu fırsatı göremeyebiliyorum.

Bolluğu bolluğu artırmak istediğimde zihminin, bedenimin ve duygusal alanımın oluşturduğu üçgeni genişletmem gerekiyor. Onların tutuldukları yerleri gevşeterek farklı düşünmeye, farklı yaşamaya, farklı hissetmeye izin vermediğim zaman bolluğu hayatıma almam biraz zor bir hikaye oluyor. Bolluk geliyor aynı sehpanın üzerinde duruyor ama sehpada yer yok. Ben onu kaldırabilecek güçte değilim, o nedenle hayatımdam düşüyor.

Tıpkı talih oyunlarında milyonlar kazanıp sonra yine eski hayatlarına dönenlerin yaşadıkları gibi mi?

“Parayla saadet olmaz” diyorlar. Lotoda kazanan insanlar, iki senede paralarını kaybediyorlar. Çünkü o üç ayak ve o üç ayağın yarattığı ortam, parayı tutamıyor. Bu üçgeni değiştirmeden hayatıma kattığım şeyler, hayatımda onu koyacak yer olmadığı için bana daha sıkışmış hissettirir ve bir süre sonra kaybederim onları zaten.

Üçgenimi genişletmek için zihin kalıplarımı gözden geçirmem, bedenimin farkında olup esnekliğini sağlamam ve duygusal olarak da eski travmalarımı geride bırakmam gerekiyor. Sürekli bir uyanıklılık hali yani…

Zihni esnetmek için olumlu düşünme gücünü artıracağız, bedenimize iyi bakıp hareket ettireceğiz. Peki ya duygula- rımız? Onları nasıl esneteceğiz?

Benim “Her güne bir yeni!” dediğim bir egzersizle yani hayatıma her gün ufak ya da büyük bir yenilik katarak… Üstelik bu egzersiz üçlü sistemin tamamını çalıştırıyor. Çünkü hayatıma katacak yeni bir şey bulmak için güvenlik alanımın dışına çıkıp zihnimi zorluyorum, “Ben bunu daha önce yaptım mı?” diye düşünmeye, farklı şeyleri okumaya, görmeye, sistemime almaya izin vermem lazım. O nedenle her güne bir yeni yaptığımda zihmini genişletiyorum, hiç yapmadığım bir şeye doğru esnetiyorum. Daha önce hiç deneyimlemediğim bir şeyin bedenimdeki titreşimini harekete geçiriyorum ve enerji dengesini genişletiyorum.

Hayatıma kattığım yeniliği daha önce hiç denememiş olmanın nedeni duygusal olarak bir yük tutmama bağlı olarabilir. Doğal olarak bu yenilik, duygusal olarak bana genelde hiç hissetmediğim bir şeyi de hissettirecektir. O nedenle her gün hayatında daha önce hiç yapmadığı yeni bir şeyi yapan insanın farkındalığı artıyor.

Bu yenilikler çok küçük şeyler de olabilir. İki ayağına farklı renkte çorap giymek gibi. Çorap, ayağı ısıtmak için giyiliyor. İkisinde de aynı çorap olacak diye kim söylemiş? Bir gün yatağın farklı tarafında uyursam ne olur? Böylece bazen şartlanmaların ötesinde de ekstra ilginç lezzetler bulabiliyoruz hayatın içinde. Baştan zenginleşiyorsun,daha fazlası olduğunu, olabileceğini görüyorsun.

Bölüm 4 Sonu

Sevgimle,

Banu Kalaycı