Stars_by_Topo3486

BÖLÜM 2

Üçlü sistem: Zihin, beden ve duygular

Bolluk mekanizması nasıl çalışıyor?

Bolluktan bahsediyorsak, senin üçlü sistemin, üçgenin senin enerji havuzunu oluşturuyor. Enerji havuzun ne kadar doluysa sen kendini o kadar geniş, bollukta, refah ve özgür hissediyorsun. Üçlü sistemin içinde zihnin, bedenin ve duyguların var. Zihindeki inançların, düşünce kalıplarının bedende tutulan titreşimi ve geçmişte yaşadığın travmalar var. Bu üçlü mekanizmayı düzgün bir şekilde, tıpkı lego parçaları gibi yerine oturmazsan sen ne yaparsan yap, su sızdırmaya devam ediyorsun. O çatlaklardan su sızdırdıkça da “Ne yaparsam yapayım istediğimi alamıyorum. İstediğim parayı, ışıltıyı elde edemiyorum”diyen insanlarla karşılaşıyoruz. O nedenle bollukla çalışacağımız zaman üçlü sistemi gözden geçirip yerine oturttuğumuzdan emin olmamız gerekiyor.

https://www.banukalayci.com Bölüm 1 için tıkayınız

O zaman zihinden başlayalım mı?

Evet, zihin yapısı bunların içinde çok önemli. Para konusunda çalışmaya başladığımızda, parayı çok sevmeyen, paraya kızgın hatta paradan nefret eden, onu yük gibi gören, anne babası para kazanma telaşında olduğundan onları göremedikleri çocukluklar yaşayan, devamında paralı insanların kibirli, kötü olduğuna inanan, büyük paraların temiz yollarla kazanılmayacağına inanan insanlar görüyoruz. O nedenle çok kocaman bir yapı var arkasında.

Paranın kötülüğüne dair inanç kalıplarında bir değişme oldu mu yıllar içinde? Yeni gelen nesil de paranın el kiri olduğuna inanıyor mu?

İnsanlığın kalıpları aynı. Bütün insanlığın kalıpları benzer yerlerden ilerliyor. O gençleri de para konusunda olumsuz düşünce kalıpları olan anne babalar yetiştiriyor. Evin içinde konuşulanlar, evin içindeki yaşam biçimi, parayı kazanış şekli nesilden nesile aktarılıyor. Burada görünüş birbirinden farklı oluyor. Yani çok sıkıntılı bir yerden gelmiş bir çocuk sürekli para konuşulduğu için daralarak, istediklerini sıkışık bir şekilde alarak büyüdüyse sıkışık bir hayat yaratabiliyor ya da tam tersi köşeye gidip çok para kazanan bir insana dönüşebiliyor. Ama bunu öfkeyle yaptığı için yine parasının keyfini çıkaramıyor. O nedenle dış görünüşe bakıldığı zaman sanki ailede aynı düşünce ilerlemiyor gibi görünüyor. Aslında ailede aynı inanç yapısı ve enerji, farklı görüntüyle sürüyor.

Bu kalıpların değişmesi, dönüşmesi için yeterince farkındalık var mı?

Enerji çalışmalarının en güzel tarafı, herhangi bir insanın kendi enerjisi üzerinde çalışmaya başlamasıyla o enerji titreşimine dair sadece kendi hücrelerini değil, dünya üzerinde o enerjinin tutulduğu bütün enerji titreşimini değiştirebilmesi. Yıllar içerisinde çalışmaya devam eden insanlar her seferinde bütün titreşimi değiştiriyor. O nedenle nesiller boyunca değişim devam edecek. Ama unutmamamız gereken bir şey var.

Ben de nerede “ama” gelecek diye bekliyordum…

Dualite yani ikilik dünyasında yaşadığımızdan negatif tutuluma girenler de negatif yükleri artırıyor. Biz bu dualitenin neresinde durduğumuza bakmalıyız. İyi bir şeyi yükselttiğin zaman yani yeni dünya düzeneğine geçerken, eski dünya düzeneği aynı yoğunlukta ağırlaşıyor. O yüzden işimiz aşağıya bakmak değil, yukarıya bakmak her zaman.

Bir alanda yaşadığımız bolluk, hayatımızın diğer bölgelerini etkiliyor mu? Örneğin sevgide bolluk yaşıyorsak eğer, maddi açıdan daha rahat mı oluyoruz?

Eğer o konuda negatif bir zihin kalıbın yoksa etkiliyor elbette. Sevgi, sağlık, coşku, keyif konularında bolluk içinde olabilirsin. Ama eğer para ile ilgili olumsuz inanç kalıpların varsa maddi anlamda bunu göremeyebilirsin. Para olmadan keyif aldığın yere getirmişsindir kendini. Oradan cımbızla paraya dair inançlarını çekmeyi başarabilirsek aynı bolluk hayatında para olarak da akmaya başlar.

Para nedir?

Bilmemiz gereken birinci şey, paraya yüklediğimiz anlam. Paranın ne olduğuna dair kafamızda bir imaj oluşturup ona göre ilerliyoruz. Oysa para bizim sahip olduğumuz emeği, birikimi, bilgeliği, beceriyi ve doğuştan getirdiklerimizi hizmet olarak sunduğumuzda, bunun karşılığı olarak aldığımız bir ödeme aracı. Yani sen bana, emeğini,bilgeliğini, birikimini, becerini, doğuştan getirdiklerini veriyorsun diyelim. Ve yine diyelim, senin sahip olduğun tüm bu özelliklere benim 10 saat ihtiyacım var. Ben bu 10 saat için karşılık olarak sana ne verebilirim? Senin ortaya koyduklarına değer biçebilmek ihtimalimiz yok. Çünkü bunu bir tek sen ortaya koyabilirsin. Ama “Bu hizmetin karşılığında bana şu kadar para verirsen benim için uygundur” diyorsun. Bu karşılığı benden, teşekkürümle birlikte para olarak alıyorsun. Doğal olarak senin işten kazandığın para aslında biraz önce saydığımız tüm özelliklerini bir mikserin içinden geçirip kendi süzgecinden hayata akıtabilme becerin.

Siz böyle anlatınca para somutlaşıyor. Oysa soyut bir kavram. Bu da bir yanılgıya yol açıyor. Paranın bu yönüyle illüzyon olduğunu söylüyorsunuz. Nasıl bir illüzyon?

Herkes bankadaki parasını çekmeye kalksa şu anda, ortada öyle bir para yok. Sadece gerçek olan kalacak dediğimizde ortalığın karışması da bundan. Para maddesel olarak gerçek değil. Para emeğimin, zamanımın, bilgeliğimin ya da ailemin aktardığı bilgeliğin karşılığı ise onurla taşımam gereken şey aslında.

Herkes emeğinin ederini rahatça belirleyebiliyor mu? “Ben para konuşmayı bilmem, sevmem’” diyen de çok. Özellikle kimler kendi değerini biçmede sorun yaşıyor?

Çok yetenekli insanlarda görüyoruz bu durumu. Doğuştan bir şeye özel yeteneği olanlar başkasının 5 bin saat vererek ustalaştığı bir işte sadece 500 saatini vererek ustalamışsa eğer “Bunu yapmak zaten çok kolay” diyerek emeğinin karşılığını isteyemiyor. Çünkü kendi değerinin ve ona bahşedilen işin farkında değil.

Aaşağılanarak, dayak yiyerek, hiç olduğuna inandırılarak büyütülmüş insanlarda da görüyoruz aynı durumu “Sen kimsin ki, senden ne olur ki?” diye büyütüldüklerinden para konuşamıyorlar.

İş dönüp dolaşıp kendine değer verme kapısına çıkıyor. Bollukla ilgili olarak kendi değerimizi artırmak istediğimizde önümüze bir harita koyabilir miyiz? O haritada neler olur?

Şunda anlaşalım; dünyada bir şeyden ne kadar çok varsa ederi o kadar düşüyor ve ne kadar az ise değeri o kadar artıyor. Çevremize bakalım, hiçbirimizden bir tane daha yok. Ne senden bir tane daha var ne benden. Kısacası senin değersiz olabilme ihtimalin aslında yok, senin değerini ortaya koyup para kazanamama ihtimalin yok. Çünkü eşsizsin. Eşsiz olan bir şeyin ederi de sonsuzdur. Değer, paha biçilemez durumdadır. Burada sorun nereye geliyor. Bizim değerli olup olmadığımızı tartışmıyoruz, neden değersiz olduğumuza inanıyoruz ve nerede buna inandırıldık? Buna bakmamız gerek.

Bunu nasıl yapacağız?

Benim örneğimden yola çıkarsak ben İngilizce öğretmenliği yapabilirim. Peki bu benim eşsizliğimi ortaya koyduğum yer meydi? Değildi. Daha eşsiz parçalarımı ortaya koymaya izin verdiğim zaman, daha çok kazanmaya başladım. Bunun için korkularımın içinden geçmeye izin verdim. Çünkü beni eşsiz yapan şeyler, aynı zamanda garip de yapıyor. İnsanlar birbirlerine benzeme arzularıyla kendi eşsizliklerini yok edip körelttikleri hayatlar seçmeye devam ettikleri; akımaya izin vermedikleri sürece bollukta işimiz gittikçe zorlaşıyor.

Bu çok kolay bir şey mi, çok zor bir şey mi, neye göre, kime göre? Vincent van Gogh bütün hayatı boyunca yoksulluk içinde yaşamış, eşsizliğini eserleri ile ortaya koymuş. “O zaman neden istediği bolluğu yakalayamadı?” sorusu geliyor.

O kendi eşsizliğini ortaya koyarken garip olduğuna, acı çekmesi gerektiğine inanarak hiç kimseye benzememesinin acısının içinde boğulmayı seçti. Oysa bolluğu getiren eşsizliğimizi sahiplenmek, bundan keyif almak.

Van Gogh’un hikayesinden de ona tek inanan kişi kardeşi ve tüm mirası da ona kalmış.

Dışarıdan baktığımızda bolluk içinde olmayacağını zannettiğimiz kişiler bolukta olabiliyor ya da tam tersi.

Çok zengin insanların bolluk yokluk bilinciyle yoksul gibi görünen insanların da bollukla yaşadığını biliyoruz. Çünkü dışarıdan baktığımızda kişinin ne hissettiğini tam olarak anlayamadığımız için ne kadar bollukta olduğunu bilme ihtimalimiz de yok. İnsanlar her şeyi bir duyguya sahip olmak için istiyorlar; arabayı garanti için istiyor, evi güvence için örneğin. O nedenle neyi, nasıl yaşadığın da duyguna bağlı. Hangi duygu nedeniyle istiyorsun parayı? “Rahatlık için istiyorum” diyenler var. Kendini rahat hissetmiyorsan hiçbir şey sana rahat hissettiremez. O nedenle dışarıdan bir kişinin tam olarak hangi bilinçte olduğunu bilmemiz zor.

Bir insanın yoksulluğunu ya da zenginliğini yargılamak bize nasıl dönüyor peki?

İnsanlar “Yargıladığın şey olursun, yargıladığını yaşarsın” diyorlar ama her zaman yargıladığın şey olamazsın da. Eğer zengin bir insanı yargılıyorsan ve zenginlerin korkunç, acı veren, başkalarını yönetmeye çalışan insanlar olduğunu düşünüyorsan, sevilme içgüdüsü ile dolu bir varlık olduğundan çok paran olursa insanların seni de öyle göreceğine dair alt bilincin seni zenginliğe götürmez. Zengin insanlara karşı yargın, bollukta yaşama isteğini yer, yutar. O yüzden sadece yargıladığımız insanlar olmuyoruz, bazen yargıladığımız insanlar olamıyoruz.

Bir şeyi iyi ya da kötü diye nitelendirmek bizim hayatımıza nasıl yansıyor?

Eksiklik olarak elbette. Çünkü sen de kendi dualitende yaşıyorsun; çok akıllı olduğun yerler kadar çok aptal olduğun yerlerin, keyifli olduğun yönlerin kadar huzursuz hissettiklerin var. Sen kendinde tüm bu duyguları sahiplenmediğin zaman yüzde 50’nle yaşıyorsun. demektir. Yani potansiyelinin yarısını akıtabiliyorsun hayata. O zaman da yüzde 50 geri dönüş alabiliyorsun hayattan.

Yeniden üçlü sisteme yani zihin-beden-duygu ile oluşan saç ayağına dönersek bu sistemin birbirine uyumlu olması neden önemli?

Sen, insan olarak enerji yaratan bir mekanizmasın ve enerji dolu bir dünyanın içindesin. Senin çanağın, bu üçlü sistemin düzgün oturması ile ancak var olan enerjiyi içinde tutabilen bir duruma getiriyor seni. Zihin, boş bir bilgisayar gibi sen doğduğun anda. İçine doğduğun, içinde yaşadığın ve büyütüldüğün ortam, sana seyrettirilenler, dinletilenler, ailenden, çevreden duydukların yaşamın tüm alanlarına dair sözler, düşünceler, inanç kalıpları kısacası programlar, çoğu zaman sen hiç fark etmeden zihnine kazınıyor. Bu programlara göre sürdürüyorsun hayatını. Çünkü zihnindeki programlar, dışarıdan gelen etkiye karşı verdiğin tepkiyi titreşim olarak vücuduna yayıyor. Eğer senin programların her şekilde birbiriyle uyumlu, ilgili ve birbirine zıtlık yaratmayacak şekilde ise yarattığı enerji de bedende biriktirdiği, birbiriyle uyumlu şekilde birikiyor, doluyor tıpkı senin cebindeki para gibi.

Beden oluşurken babanın sperminde yer alan ailesinden gelen hafıza, titreşimsel boyutta o sperm sayesinde annenin yumurtasına aktarılıyor. Annenin hücre hafızası da birleşip senin bedenini oluşturuyor. Beden senin enerji sistemini akıttığın ve bu dünyada ayaklarının üzerinde yürüyeceğin mekanizma. Üstelik annenin ve babanın, kendi anne babaları da sahip oldukları tüm hikayeyi, programları bu şekilde kendilerinden öncekilerden alarak çocuklarına aktardı. Yani aslında senin hücre hafızanda tüm nesillerin bilgisi, bilgeliği titreşimsel olarak kayıtlı. Düşünsenize, bir dünya savaş görmüş, yoksulluk, açlık, kıtlık görmüş bilinçle bu bedenin içindeyiz. Herhangi bir şekilde dışarıdan etki geldiğinde zihindeki programlar devreye giriyor ama bedendeki titreşim de devreye giriyor. Bu nedenle beden de kendini en rahat ve en güvenli hissettiği yerde güvenlik alanını oluşturacak şekilde çemberini yapıyor.

Bölüm 2 Sonu….

https://www.banukalayci.com/?p=1089 – Üçüncü Bölüm için tıklayınız.

Sevgimle,

Banu Kalaycı