arrangement-4420041_960_720

Biraz Daha Titreşelim

‘Hadi onu da yaratalım, hadi bunu da yaratalım, dünyaları ben yarattım sen ne iş yaparsın, benim yaratımımın aslında sen bir parçasısın …’ gibi cümlelere çok bir tanık olmaya başladım bu aralar…

Dünya düzlemi üzerinde her şeyden bolca var… Tek hücreli amipten karıncayiyene, bilmem kaç bin ayrı çeşit böcekten, binlerce değişik renkte bitkiye, sayamayacağım kadar çeşidi içeren hayat şartlarını ve ortamları barındırıyor içinde bulunduğumuz hayat.

Ama… Tüm bunların da bir titreşimi var, bizim de bir titreşimimiz var ve biz ne zaman onlarla aynı ya da benzer frekansta titreşebiliyoruz, o zaman onlarla karşılaşmaya, onları yaşamaya, onları görmeye ve deneyimlemeye başlıyoruz.

Demeye çalıştığım şudur ki aslında Yaratım Süreci dediğimiz süreçte bir şey yarattığımız falan yok… Her şey o kadar büyük bir muazzamlıkla ve muhteşemlikte yaratılmış ki, biz oraya hiç girmiyoruz; bizim yaptığımız istediğimiz ya da istemediğimiz şeylere karşı frekansımızı ayarlamak ve sonrasında o frekansa geldiğimizde onları görebilir, onlara ulaşabilir olmak…

Derse başladığımda öğrencilerimden genelde ilk ve önce istediğim şeylerden biri hemen gazete ve televizyon haberleriyle iletişimini kesmesidir. Şok yaratır tabi ki çocukluğumuzun ilk evrelerinden beri ‘gazete okumayan insan mı olurmuş?’ diye büyütülmüş bize böyle bir öneriyle gelmek… Benim uzak durun dememdeki işin aslı şudur; haberler sanki korku, yokluk, acı, suçluluk duygusu, kıskançlık, endişe hissettirmeye hedefli hazırlanmaktadır. Ve bu hislerin titreşimi bolluk, refah, keyif, zenginlik, aşk ve keyiften oldukça uzaktadır. Hal böyle olunca düzenli olarak bu düşük titreşimli hislerle beslenen kişilerin de yaratımı, hayatlarına titreşimsel olarak çektikleri pek parlak olamamaktadır.

‘Dünya da bir dünya olay olurken tüm bunlara duyarsız yaşamak seni rahatsız etmiyor mu peki ?’ gibi söylemler de gelebiliyor peşi sıra… Ki ben yine aynı şeyi söylüyorum bu durumda; dünya da varlıktan da, yokluktan da çok var, zenginlikten de yoksulluktan da, keyif ve mutluluk olduğu kadar acı, endişe ve korku olduğu kadar ümit ve heyecan da….Dualite sistemi içinde yaşadığımız sürece de bu zıtlıklar aynı yoğunlukta var olmaya devam edecekler… Ben sadece kendi günümü yaratırken bu ikilem içinde hangisini seçeceğimden ve hangisini deneyimlemek istediğime karar vermekten, bunun için hareket etmekten sorumluyum… Hepsi bu…

Ve hepimizin böyle bir seçim hakkı var, her zaman, her an… Nasıl titreşeceğim bugün ve bu titreşime uyumlu kimlerle ve nelerle karşılaşacağım acaba?

Peki bu titreşimi nasıl değiştireceğiz derseniz o ayrı bir konu…

 

 

Eylül 2011