bride-in-the-forest-4960

Acıdan Korkmak- Hissizlik

Seneler önceydi.

Yaş 24. Üniversite devam ediyor;6. senem. Vermem gereken ders sayısı iki dönemde 27. Boşanma işlemleri devam ediyor. Oğlum daha yeni doğmuş, iki aylık. Ben sürekli kilo kaybediyorum. Hayat bir karmaşa ve ben içinden çıkamıyorum.

Okulun bitmesi lazım; iki dönemlik dersler bir dönemde verilmeli ki staj yetiştirilmeli, seneye kalmamalı. Acilen ev kurulmalı, ihtiyaçlar temin edilmeli, her şey yerli yerinde olmalı. Oğlanın bir saniyesi bile kaçırılmamalı; her ne yapılıyorsa O hep dirsek mesafesinde olmalı, bir şey yapılmadığı anlarda sadece O mıncıklanmalı. Boşanma işlemleri bittikten sonra evlilikle alakalı tüm felaketler unutulmalı. O da olmalı, bu da olmalı ve yolumuza devam etmeli.

Nedendir bilmem duygu yoktu sanki. Eğer bir şey hissedersem onun saf acı olacağını düşünüyordum belki de; acı, beceremedim hissi, çaresizlik, korku. Sanırım o yüzden hissetmemeyi seçmiştim. Sadece yapılanlara ve yapılacaklara odaklanmıştım, deliler gibi koşturup her şeyi yetiştirmeye, olası en muhteşem haliyle oturtmaya çalışıyordum. Ve bir gün olduğum yerde yığıldım.

Makine daha fazla götürmedi, beden iflas etti, his olmadan ilerleyemedi, sen içerde olmazsan ben de bu işi bırakıyorum dedi sanırım ve olur olmaz bir yerde beni yere serdi.

Hemen dostun yanına sığdım kendimi; konuşmamaya, her halimle sevilir ve kabul edilir olmaya, ne olursam olayım ve ne yaparsam yapayım yargılanmadan kabul edildiğim limana, dünya çok üstüme geldiğinde sadece kendi dünyamızda kalmaya.

Korkmaz o, hiç korkmadı; bilir ne olursa olsun kalkarım ayağa, eğlenirim durumla, bir şeyler bulur işime yarayacak koyar cebime zevkle devam ederim yoluma. Ama bu sefer sanki sustu o da, kalıverdi yanımda. Konuşmadan saatlerce oturduk yan yana.

Saatler sonra, dostun yarattığı dost bağırarak belirdi yanımızda. Önüme koca bir defter attı, peşinden de bir kalem;’’ Yaz’’ dedi.’’ Yaz. Banu seni çok seviyorum yaz. Banu sana değer veriyorum.’’ Baktım. Ne dediğini anlamaya çalıştım. Anlamadım. Yapamadım.

‘’Yazamıyorsun bile. Kendini sevdiğini bir kâğıt parçasına yazamıyorsun bile. Bu olanlarda hiç olmayı seçmene izin vermeyeceğim, vermeyeceğiz. Bu evden kendini sevmeden çıktığını görmeyeceğiz. Yüz kere yazmadan bunları bu deftere, hiçbir yere gitmiyorsun hayatın içinde.’’

Yanımda bir defter, bir kalem, sıcak bir battaniye, dostun elinden çıkmış taze kahve öylece kalakaldım odada beni yalnızlığa bırakışlarında… İki gün sürdü yüz diyebilmem. İki gün sürdü kendimi sevmeye karar verebilmem, kendimi tüm olanlar için affetmem, her olayı içime sindirmem, yoluma devam edebilmem için içimde tuttuğum tüm zehri akıtıp bitirebilmem.

Dünyaları ağladım sanki o iki günde, dünyalara ağladım. İnsanların bunu birbirlerine nasıl yaptıklarına, tüm dünya düzenine, bütün haksızlıklara, tüm acılara, tüm çaresizliklere. Ama fark ettim ki en çok kendime kızgınlığım; tüm bunların olmasına nasıl izin verebilirliğime, vermediğim değerime, gün gelir kendimi hiçe saymalarıma. Tüm çıkardığım acımla beraber gücümü de buldum ama sevgimi de, tüm diğer hislerimi de kapattığım yerden.

Odadan çıkarken tek sözüm vardı kendime; sevgi tanımlarımın hepsini toparlayıp önce kendimi sevecektim en derinde.

Yani… Toplamak gerekirse hikâyeyi özünde; insanların en felaket diye baktıkları durumdan ben dost sıcaklığında yüz kere kendimi sevdiğimi yazarak geçtim…

Çok kolay gözüküyor, hatta belki salakça ama bir deneyin. İçinizden gelerek, gerçekten inanarak yüz kere yazmayı bir deneyin… Şimdi değilse bile denemeniz gerekecek bir gün olursa aklınızda olsun hiç yoktan.

Sizin size olan sevginiz ancak koruyabilir sizi olacaklardan ve yükseltir sorun olarak bakılanlardan.

Ben… Tüm sevgimle, kahve sıcaklığını veremesem de dost sohbetini veriyorumdur umarım buradan…

Her birinize ayrı ayrı sevgimle,

Banu

Aralık 2009