wallpaper-124273

2. Bölüm.

Peki…

Soru sormaya bir süreliğine ara veriyorum…

Doğru sandığımız şeyleri nasıl ve neden doğru sayıyoruz biraz onun hakkında konuşmak istiyorum:

https://www.banukalayci.com/?p=1163 Bölüm 1 için tıklayınız

Düşünce Kalıpları:

Bir kertenkele, kopan bir uzvunu tekrar uzatabiliyormuş. İnsanoğlunun da doğasında bunun mümkün olduğunun söylenmekte olduğunu biliyor muydunuz? ( Heheh…Yine soru sordum. Hay Allah ) Özellikle, son yıllarda yapılan çalışmalarda bilim adamları, insanoğlunun bunu yapabilmesi için hiçbir engelleri olmadığından bahseder olmuşlar. Ve hatta doğasında bu özelliği barındıran insanoğlunun, yüzyıllar içinde, bu özelliklerini kapatmış, kullanılamaz hale getirmiş, bunu bilinç sistemlerinde yapılamazlar listesinin içine sürüklemiş diyorlar…

Genetik programımız, kendi kendimizi şifalandırma yönünde. Aynı; yaraların zaman içinde kendi kendini iyileştirmesi gibi, dışarıdan gelen her türlü etkiye, olumsuzluğa ve verilebilecek zarara karşı, beden, özünde kendini yenilemek ve düzeltmek için programlanmış.

Günümüzde olan şey ise tamamen farklıdır. İçinde yaşadığımız ortam, inançlarımız ve beslenme şeklimiz doğaldan uzaklaştıkça, beden, kendini şifalandırma özelliğini tam olarak yerine getiremediği gibi, kendini hastalandırmaya da başlamıştır.

İnsanoğlunun içinde yaşadığı bedenin ortalama yaşam süreci, yaklaşık 144 yıl civarıdır. Yani demek istediğim şu ki; insan bedeninin, olması gerektiği şekilde beslenip, büyütülüp, desteklendiğinde 144 yıl boyunca bozulmadan kendini var edebilecek bir mekanizma olduğu bilim çevrelerinde konuşulmakta. Yüzyıllar içinde bu yaş sınırı, yaşam şartlarına göre hep değişiklikler göstermiş, bazı dönemlerde 30 yaş ortalamasına kadar düşmüştür. Günümüzdeki ortalama, 80 yaş civarıdır. Burada bilmemiz gereken şey, bunun sadece toplumsal ve devirsel bir ortalama olduğu, gerçek yaş ortalamasını asla yansıtmadığıdır. Hatta burada daha da olayı büyütüp, ‘’gerçek’’ diye algıladığımız her şeyin, aslında çevre ve zaman dilimine göre şekillendiğini, gerçeklik algısının asla ve hiçbir zaman mutlak gerçekliğin altını çizmediğini bile söyleyebilirim. Ama daha söylemeyeceğim…

İşte zihnimize işlenen gerçeklik kalıpları, bu şekilde devreye giriyor. Yaşadığımız yer, içinde bulunduğumuz çevre, içine doğduğumuz yüzyıl bize düzenli olarak kendi doğrularını enjekte ediyor.

‘’Para kazanmak zordur’’,

‘’Islak kafayla dışarı çıkma, hasta olursun’’,

‘’Yalınayak yere basma, karnın ağrır’’,

‘’Terliyken su içme, üşütürsün’’,

‘’Uykunu alamazsan, sersem gibi olursun’’,

‘’Üniversite okumazsan, para kazanamazsın’’,

‘’Evlenmezsen, hayatın biter’’,

‘’Evlenirsen, hayatın biter’’,

‘’Yeterli protein almazsan, kasların erir’’,

‘’Sigarayı bırakırsan, kilo alırsın’’,

‘’Şu hastalık bulaşıcı, bu hastalık ölümcüldür’’,

‘’Şu kiloda olmazsan, seksi olamazsın’’,

‘’Mücadelesiz hayat olmaz, mutluluk mücadele olmadan gelmez’’,

‘’Seksten keyif alan kadınlar, hafif kadınlardır’’,

‘’Ciddiye alınmak istiyorsan, ciddi dolaşmak zorundasın’’,

‘’Yüksek sesle gülmek, basitlik belirtisidir’’,

‘’Bir erkeğe-bir kadına ondan hoşlandığını asla belli etmeyeceksin; kaybedersin ( Şimdi ki Banu mesela bu inanç kalıbını ‘ götü kalkar maazallah ‘ diye yazardı.-))’’,

‘’Çocuksuz evlilik olmaz’’.

Vs, vs, vs…

Bu anda içinde yaşadığımız toplumda, bunların bazıları size tanıdık geliyor mu?

Biri ya da ikisi, zaman zaman sizi ele geçirdi mi?

Peki, bunlar gerçekten doğru mu?

İnsanlık tarihine baktığımızda, bunların mutlak doğrular olmasının imkânı var mı?

Peki, biz ne yaptık da ıslak saçla dışarı çıktığımızda nezle oluyoruz, yere çıplak ayakla basarsak karnımız ağrıyor ve hala sigarayı her bıraktığımızda kilo alıyoruz?

Nasıl mı?

Bu basit örneklerdeki gibi tüm inançlar, doğum anından sonra, kişinin bilincine aile, bakıcı, televizyon, okul, öğretmenler, arkadaşlar tarafından kazınmaya başlıyor. Doğal olarak küçük yaşlarda farkına bile varmadan, belki doğru-yanlış ya da geçerli-geçersiz diye bile düşünülmeden sisteme atılan bu inanışlar, bir süre sonra, kişi farkına varmadan kişinin hayatını yönetmeye başlıyor. Kişi, kendini bu inançlarla özdeşleştiriyor; doğruları bunlar olarak kabul ediyor ve hayat örgüsünü kendisinin bu olduğuna inanarak kurmaya başlıyor…

Daha açık ve basit konuşmak gerekirse:

Hatırlarsanız kişi, doğru olarak bildiğini hayatında yaratıyordu…

Şimdi diyelim ki anneniz, annesi tarafından öyle uyarıldığı ve inandırıldığı için yere çıplak ayakla bastığı zaman karnı ağrıyor…

Sizin gördüğünüz ne: yere basınca karnı ağrıyan bir anne.

Duyduğunuz ne: ‘’yere basma karnın ağrır’’

Karşınızda, bir de sizin iyiliğinizi istediğine emin olduğunuz bir insan var. E bir de hayatı onun gözlerinden tanıyorsunuz. O zaman zihin, hemen annenizin bu gerçekliğini alıp, kendi gerçeklikleri hanesine atıyor.

Bu herkesin gerçekliği mi? Yere çıplak ayaklarıyla basan herkes mi karın ağrısı çekiyor? Hayır?

Bu örnekleri sonsuza kadar uzatabilirim.

Ama gerek var mı? Siz anladınız beni.

Zihnimiz; işte bunun gibi bir dünya düşünce kalıbıyla dolu. Zaman içinde ‘’annem doğru söyler, öğretmenim haklıdır, televizyondaki muhabir tabii ki benden daha doğrusunu biliyordur, adam sekiz tane üniversite bitirmiş, kuyruklu profesör olmuş, o bilmeyecek de ben mi bileceğim’‘ diye zihnimize doldurduğumuz bir dünya gerçeklik algısı, aslında hayatımızın gerçekliğini oluşturan yapıların temel taşlarını oluşturuyor.

Çok karmaşık konuşuyormuş gibi gözükebilirim.

Ama aslında, çok çok basit bir şey söylüyorum. O kadar basit bir şey söylüyorum ki, bu basitliği, gerçek olamayacağını bile düşündürtüyordur size eminim.

Ben kısaca diyorum ki: ‘’düşüncelerinizi değiştirirseniz, hayatınız da tamamen değişir.’’

Bu, benim yeni bulduğum bir şey değil, benden önce bin kez söylenmiş, benden sonra da söylenmeye devam edecek bir durum… Çok basit; neye inandığını fark et, inandıklarının sana hizmet edip etmediğini sorgula, etmiyorsa artık ona inanma, inanacak ve seni mutlu eden başka bir kalıp bul ve ona inan.

İşte burada, sizden, ağzınızdan çıkan her cümleyi bir süreliğine duymanızı, onlara dikkat etmenizi isteyeceğim. Bakın bakalım, gün içinde kaç tane gerçekliğinize dönüşmüş kalıp kullanıyorsunuz?

‘’Kahvaltı etmeden okula gidersen, kafan çalışmaz.

Uykunu düzgün uyumazsan, sersem gibi kalkarsın.

Kadeh tokuştururken göz göze bakmazsan, 7 yıl korkunç bir seks hayatın olur.’’

Peki… Farz edelim ki yakaladınız kendinizi böyle bir şey söylerken…

Ağzınızdan şöyle bir cümle çıkıverdi;’’Terliyim… Soğuk su içmeyeyim… Hasta olurum…’’

Muhteşem…

Ağzınızdan dökülüverdiğine göre, gerçek olduğuna inandığınız bir kalıp. Gerçek olduğuna inandığınız için, hayatınızda gerçek yaptığınız bir kalıp.

Böyle bir kalıbı yakaladığınız zaman, önce kendinize kocaman bir ‘’aferin’’ demenizi rica ediyorum sizden; ilk kez ağzınızdan çıkanın bir kalıp olduğunu fark ettiğiniz için. Sonra biraz düşünmenizi ve sorgulamanızı. ( Bu arada soğuk olmayan suyunuzu da içmeyi unutmayın.-)Sırasıyla bu kalıpları yakaladığınız zaman, kendinize şu soruları sormanızı;

Bu kalıp, benim doğrum mu?

Bu doğru diye tanımladığınız kalıp, bana hizmet ediyor mu?

Bu, evrensel ve değişmez bir doğru mu?

Gerçeği söylemek gerekirse, evrensel doğru diye adlandırılan doğrular, çok azdır. Evet, güneş doğudan doğar, evet, bebeklerin hamilelik sürecindeki taşıyıcıları, annelerdir, evet, dünya yuvarlaktır.

Eğer kalıp, yukarıdaki örnekteki gibi size korku veren ve sizi kısıtlayıcı bir doğruysa ve artık onu hayatınızda istemiyorsanız, yapmanız gereken şey öyle basit ki: önce bunun bir seçilmiş doğru olduğunun farkına varıp, daha sonra bu doğrunun, artık sizin doğrunuz olmadığını söylediğiniz yere gelmek…

Nasıl mı?

Diyelim ki birisi size ‘para zor kazanılır ‘dedi…

Önce söyleneni duydunuz. Sonra ‘gerçekten mi?’ dediniz. Gerçekten zor mu kazanılıyor? Bazı insanlar, çok da kolay kazanabiliyorlar. (biliyorum; şimdi aklınızdan milyon tane başka kalıp geçiyor; namuslu insan, kolay para kazanamaz, zengin insanların hepsi uyuz ve sinir, vs, vs).O noktada kendi kendinize sorun bakalım: bu sizin doğrunuz mu? Cevabınız ‘’evet’’se, yani siz de paranın zor kazanıldığını düşünüyorsanız, bu sefer bir sonraki soruya geçin ‘bu kalıp bana hizmet ediyor mu?’ Cevabınız, muhtemelen ‘’hayır’’ olacaktır. Yani, günde 18 saat çalışıp, birçok insanın 2 saatte kazandığı parayı kazanmayı sanırım istemiyorsunuzdur. Ama şimdi bir yanınız da fark etti ki, paranın zor kazanıldığını düşündüğünüz için, zor kazanıyorsunuz…

O zaman, şimdi ne yapıyoruz? Oturuyoruz ve parayı kolay kazanan insanları bulmaya, onlarla sohbet etmeye, onları internette araştırmaya başlıyoruz. Zihnimiz, paranın namuslu ve legal bir şekilde de kolay kazanılabileceğini idrak edene kadar, onu besliyoruz… Ve nur topu gibi yeni bir düşünce kalıbımız oluyor…

Yeni düşünce kalıbı, bizi nereye getiriyor: paranın daha kolay kazanıldığı deneyimlere…

…………………..

Dünyada ,‘’Nefesle yaşayan’’ insanlar olduğunu biliyor muydunuz? Breatherian lar.

Bir ara, bilgisayarınızın başındayken, fırsatınız da olduğunda, bu nefesle yaşayan insanları araştırmanızı tavsiye ederim… Çok ilginç… Gerçekten çok ilginç… ( hala arama motorunda onlarla ilgili bilgiye rastlayabiliyorsanız tabi… 2008- 2009 senelerinde ciddi tehditler aldılar, eğitimlerine son verdiler, sonra da internette onlarla ilgili bilgiler silindi… Ama bakmakta fayda var tabi.. O senelerde 900 kişi civarındalardı ve breatherian eğitimleri tüm hızla devam ediyordu, özellikle Afrika’da… Sonrasında eğitmenlerin aldığı tehdit, yemek sektörüne vurulabilecek darbe, o sektörde çalışan insanların akibeti, vs üzerineydi.. Şu anda nerdeler, eğitimler hala devam ediyor mu inanın bilmiyorum)

Bu insanlar, insanın istediği gerçekliği, inançları doğrultusunda yaşadığına inanıyorlar ve biraz daha ileri gidip, ‘’ ‘’Yemek yemezsen ölürsün’’ de bir düşünce kalıbıdır ve bu düşünce kalıbına inanmayı bıraktığınızda, gerçekliğiniz değişecektir’’ diyorlar…

Bu düşünce kalıbından vazgeçmek, insan bedenine çok uzun süredir, belki de binlerce yıldır kazındığı için, daha zor olsa da, 21 günlük bir süreçle, nasıl o kalıbın üzerine çıktıklarını bizzat bu çalışmayı yapmış bir arkadaşımdan dinleme fırsatım oldu. Hayat vizyonumu oluştururken, onunla tanışmış olmanın, bana çok şey kattığını söylemek zorundayım. Yemeği bile, ‘’yemezsem ölürüm’’ diye değil, ‘canım isterse yerim, istemezse yemem’’ şeklinde yemek, insan ırkı için ne kadar büyük bir güç. Tabii, insanın bu bilince ulaşması, bir çok çevre için hoş bir şey mi? O da ayrı bir konu. O yüzden lütfen ‘’neden bu insanlardan çok fazla görmüyoruz?’’ demeyin bana. Muhtemelen yiyecek sektöründe oluşabilecek delik ve muhtaç olma durumundan çıkmış insanoğlu şu anki düzende çok arzulanan bir durum değil de ondan.

Ama… Hayatımızı oluşturan düşünce kalıpları, sorgulanarak değiştirilebilir. Bunu bilmek bile ayrı bir güç. Sadece isteyin, sorgulayın ve yeniye açık olarak yaşayın…

Bu arada farz edelim ki size hizmet eden bir kalıp buldunuz:

’’Ben yiyorum yiyorum ama kilo almıyorum.

Günde iki saat bile uyusam cin gibi kalkarım.

Ne zaman neye ihtiyacım olsa, o dakikada bir yerden bana gelir.

Benim bütün işlerim, kendiliğinden yoluna girer.

İyi insanların başına kötü bir şey gelmez ve ben iyi bir insanım…’’

O zaman bakın ve sadece gülümseyin…Aman ve sakın bu kalıpları değiştirmeye kalkmayın.

…..Diyoruz…. Veeeee 2. bölümün sonuna geliyoruz..

Sevgimle,

Banu