man-690201_960_720Kendini paylaşma sanatı değil midir tüm ilişkiler??

Her yeni ilişkide kendimizi biraz daha tanımaz mıyız?? Kim olduğumuzla, kim olmayı seçtiğimizle, kim olmaya zorlandığımızla yüzleşmez miyiz??

Her yeni bileşende başka bir parçamızı aktive etmez miyiz??

Aktive ettiğimiz taraflarımızla yüzleşmek yerine bazen parmağımızı karşıya uzatmayı seçmez miyiz?

Kendimizi gördüğümüzde her ilişkide daha da fazla, tanıdığımızda, bazen gördüklerimizden korkmaz mıyız??

Ne yapacağımızı bilemez tarafımızla yok olmayı seçmez miyiz??

Kendimizi paylaşmak ve ihtiyaçlarımızı doyurmak arasında iki koca farkta karışmıyo mu ilişkinin çizgileri?? Kafalar?? Duygular?? Davranışlar??

Kendini paylaşmayı seçen kişi bildiği, etüd ettiği yerlerini paylaşırken ne kadar rahatsa, hiç bilmediği sularına geçtiğinde ruhunda, tüm bebekliği ve saflığında, yeni görür, yeni bilir, yeni deneyimler haliyle korkmaz mı??

En bilmediği tarafını öğrenmeye çalışırken bazen hatalar yapmaz mı??

Hata mıdır tüm bunlar aslında kişinin kendini tanıması yolunda? Sorgulamaz mı??

Oğlumu ilk kucağıma verdikleri an aklımda…

Yaş 23… Kimim, neyim.. ne yaparım ben? Nasıl severim? Nasıl izin veririm sevgiye? Zorlandığımda ilk tepkim ne? ‘’Severim sözü ‘ ne kadarıyla ilgide ve şevkatte??

Dünyanın üzerime yıkılmaya çalıştığını hatırlıyorum o günlerde… Herkesin tüm iyi niyetiyle ‘’ nasıl iyi anne olunur’’ reçetelerini önüme koymaya çalışmasını, doğru diye bir dünyayı diretirken davranışlarımızı ve tepkilerimizi nasıl yönlendirmeye çabaladıklarını…

Hiç bir kitaba uymuyordu elimdeki, yüzbin tanesini okumuştum..

Kimsenin söyledikleriyle sakinleşmiyordu yüreği…

Konuşmadan iletişim kurmaya çalıştığımız o günlerden birinde, bir gece yarısı yüzsekseninci kez uyandığında dalmaya çalıştığı uykusundan, hiç uyumamışlığımla ben günlerdir belki, o ağlarken, ben hıçkırırken artık, söylenen herşeyi yapmış, okuduğum herşeyi denemişken günlerdir, yatağının baş ucunda zaman durdu bir anda… Boşluk, hiçlik, zamansızlık, herşeysizlik, hiçlik… Bedenim bile yok olmuştu sanki…Ona bakan gözlerim ve onun gerçekliğinden başka herşey silinmişti… Neden olduğunu bilmediğim bir acı içindeydi…

Ve o sırada elini alnına götürdü…

2 Aylıktı daha… Bense hiç yaşamamış, hiç birşey bilmiyor gibiydim o  olanda… Kesinlikle benden daha büyüktü anki yaşanırlığın paylaşımında…

Dudaklarım elini koyduğu yerle birleşti bir an…

Gözlerini açtı…

Bana baktı…

Ve sonra bu süreç zamansızlıkta kendince aktı…

Eli karnına gitti sonra… Öptüm..

Eli gözlerine gitti… Öptüm…

Eli diğer koluna dokundu.. Öptüm…

Kafasına …

Eli dolaşıyordu tüm kasılan vücudunda… Ve ben sadece onda…

Saatler sonra sanırım elini havaya kaldırdı.. Öptüm…

Gözünü açtı o an yine… Gözgöze geldiğimizde dünya aramızdan aktı sanki… Elini yanağıma koydu hafifçe… Diğer elini uzattı sonra sakince.. Kucağıma geldiğini,kafasını sakince boynuma koyduğunu, sabaha kadar ilk kez deliksiz uyuduğunu, uyuduğumuzu hatırlıyorum sonrasında…

18 sene geçti üzerinden.. 18 sene içinde öyle bilmediğim alanlarda gözgöze geldik ki bazen… O kadar çok ‘’ Şu an ne yapacağıma dair en ufak bir fikrim yok’’ la yüzleştimki içimde… Ve o kadar çok nefes almayı hatırlattım ki kendime: ‘’ Bildiğin herşeyi unut…Sana yaşatılan ve söylenen herşeyi… Onu ne kadar sevdiğini hatırla sadece… Bu sevgiyle ne yapmak istediğini… Kendini şu anda tanımaya, deneyimlemeye, yaşamaya izin veriyor musun sevgide.. ?Duy O’nu tüm konuştuklarının ve yaptıklarının ötesinde…’’

Her hırçınlığında, bazen saygısızlık ,bazen kabalık diye algıladıklarımda, korkularıyla kaçırdığı gözü bazen, bazen yeni olanın endişesiyle hissettiği çaresizliğin onda yarattığı garip davranışlarında… Nefes aldım… Sevgime bağlandım.. Sevgisine bağlandım… Ve eridim korkumla yarattığım duvarlarımda…

Her zaman mı?? Her zaman becerebildim mi?? Bu hatırayı ve deneyimi her zaman canlı tutup, sevgimle yüzdeyüz hareket edebildim mi??

Evde uçan telefon hatırlıyorum bir gün…

Bir gün içi dolu bir kahve fincanının duvarda parçalanmasını…

‘’Yaptım, bi daha yaparım, ama şimdi onu bi  öldüreyim önce’’ kafamı…

Gözlerindeki hüznü o an… Anlamazlığı…

Bakışlarımdaki dikenleri paramparça dağıtan…

O an her ne ise beni delirten, hapishanemin duvarlarıydı bildim korkuyla sevgiye dair örülen.. Hareket ettirmeyen, ben gibi davranmamı engelleyen, sesimi çaresizlikle yükselten, çarptığımda kafamı delen, tüm eski acılarımı tekrar hatırlatan, kaçmak istettiren…

Evet…Kaçmak istedim bazen.. Kaybolmak…

Bazen tamamen yok olmak…

Olduğum kadarı yetmiyordu ona… Kapattığım, acıdığım, korunduğum, gizlemem gerektiğine inandırıldığım, yaşamaya izin vermediğim, normal olmak adına, acı çekmemek adına, dışlanmamak, farklı olmamak adına kapattığım her yanımı istiyordu… Sevgiyle ruhumun her parçacığına sarılmak…Sevgiyi kullanarak sevgisizlikleriyle ve ihtiyaçlarıyla canımı yakmış olan herşeyi hatırlatıyordu.. Bildiğimi zannettiğim herşeyi tekrar sorgulatıyordu…. En basit ve gerçek haliyle sevgiyi ortaya koyarken kendindeki, beni yanlış çıkarıyordu…Sevilmeye layık olmadığıma dair, garip olduğum, kötü olduğum, çirkin olduğuma dair tüm inançlarımı ve bu inançlarla ördüğüm tüm hayatımı yıkmak istiyordu… Zorluyordu…Kendini ve beni ve dünyayı onun gözlerinden görebilmem, göremesem bile anlayabilmem,anlayamasam bile sevgiyle kabul etmem için diretiyordu… Yargısızca sevgiye teslim olmanın, sevgiden başka hiç bir şeyin olmadığının, sevgiden olan herşeyin gerçeğinde muhteşemden başka bir şey olamayacağını durmadan ve bıkmadan sürekli hatırlatıyordu…

Teslim oldum…

Sunulanı kabul etmeyi seçerken ne kadar büyük bir paketi açtığımı bilmeden, hayatıma gelmesini onurlandırdım yoldaşlığında…

Onu büyütürken bedende ruhunu zedelemeden, zedelenmiş ve yaşam hakkı vermediğim ruhumun parçacıklarını geri topladığımı bilemeden yol aldım başlarda….Şimdi bilirken ama her gösterdiğinde aynı toylukta , nereye varacağımızı bilmeden anın keyfini çıkarmayı seçiyorum izin verdiği ölçüde geçmiş sanılan ama geçmemiş hayaletlerin çığlığında yine bazen…

Her ilişki kendini paylaşma sanatı değil mi??

Kendini tanıma, kendini gerçekleştirme, kendini görme, fark etme, yeniden yapılandırma??

Biraz önce içeri girdi bahçe kapısından suratında koca bir tebessümle…

‘’ Hoşgeldin’’ dedim…

‘’Gideceğim’’ dedi…

‘’ Nereye ‘’ dedim…

‘’Senin yanında kim olduğumu biliyorum.. Okulda, arkadaşlarımın arasında…

Yanlız kalmam lazım biraz… Yanlız başıma dünyayı dolaşmak, kaybolmak, sonra bulmak, değişik insanlar tanımak, beni daha önce hiç görmemiş insanların arasına karışmak, onların gözünden kendime bakmak, kendimi biraz daha görmek, bilmek, deneyimlemek,sorgulamak,yaşamak, tanımak istiyorum…’’

Bir yanım hiç ayrılmasın yanımdan istiyor..Hep gözümün önünde olsun, hep ona bir şey olursa sesi gelmeden daha gözünü görüp yanına koşabileyim…

Bir yanım benim ya da başkasının değil, kendisinin kendine sahip çıktığı zamanları besliyor ve büyütüyor…

Bana bağımlı değil, sevgide bağlılığıyla kendini benimle paylaşmayı seçmesini sonra…. Zenginliğinin farkına varmasını, yaşamasını, yaşamaya izin vermesini, kendini özgürce dünyaya indirmesini, akıtmasını kendi lezzeti ve renginde…

Şu an, kendimle yanlız kalmışlığımda, tüm ilişkilerimde aynısını diliyorum…

Önce kendimle…

Bağımlı olduğum taraflarımı bağlılığa çevirmeyi…

Korkuyla tuttuğum herşeyi sevgiyle dönüştürmeyi…

Kabul etmediğim her yerimi yargısızca sarmayı…

Alışık olduğum geçmişin yerine heyecanla anımı doldurmayı…

Her an olduğum kişiyi en iyiyle ve en çok sevgiyle beslemeyi…

Ne yapacağımı bilmediğim dakikalarda kendimle gözgöze gelmeyi… Acıyla kasılmış heryerimi sevgiyle öpmeyi…

Nedensiz ve niçinsiz, anlamaya çalışmadan, sormadan ve sorgulamadan anda en koca halim sandığımın bildiklerinin arasında bulamadığı çözümlerinde çaresizlik hissi yerine, en bebek halimin teslimiyetinin saflığında erimeyi….

Nefes alıyorum…

Olana kabul, yaratıma saygıyla,

Banu