Dün en çok sorduğunuz soru sedef hastalığını nasıl idare ettiğime dairdi ki ben de şaşırdım.

Ama elimden geldiğince detaylı hem oluşum sürecini hem de kontrol etmeyi öğrenme sürecimi anlatacağım…

Neden mi şaşırdım?

Genelde bana gelen sorular hep enerji farkındalığına yönelik oluyor da ondan… Ama beden enerjinin yaratıldığı merkez olduğundan, enerji yaratımını tetikleyen şey de zihindeki programlar olduğundan aslında hepsi birbirine en derinden bağlılar ve birbirini çok derinden etkiliyor…

Benim hikayemde sedef hastalığına dair maceram 9 yaşında başladı.Saç derimin içinde kuş gözü kadar büyüklükte bir lezyonla. 12 yaşına kadar ben kimseye bir şey söylemedim, kimse görmedi falan derken, benden 5 yaş büyük bir abim var benim, bir gün saçımla oynarken o fark etti- tüm saçlı derimi kaplamış olduğunu, ve hatta enseme doğru da iyice yayıldığını…

Biraz ortalık karıştı tabi; neden bu kızla kimse ilgilenmiyor bu evde, her tarafını kabuk sarmış herkes kendi derdinde diye biraz söylenip beni doktora götürdü ama…Sedef hastalığı teşhisinin konması tam 4 yılımızı aldı…Bu arada her gittiğimiz doktor kortizonlu ilaçlar veriyor, iğrenç kokulu şampuanlar öneriyor, 24 saat saç derimde kalmasını istedikleri kremlere beni buluyorlar, 3 hafta ilaçlar kullanılıyor, iki hafta saç derisi sakin oluyor, sonra yeni bir atak daha büyük lezyonla geri dönüyordu.Yazın deniz ve güneş rahatlıyor- ki 3 ay Marmaris’teydik her yaz- o beni 2 ay daha götürüyor, sonra tekrar başa daha beter halde sarıyorduk.

15 yaşında sedef hastalığı teşhisini nihayet koyabildiler. Ki bu süreçte lezyonlar tüm saç derim, bacaklarım, göğsüm, karnım, dirseklerime yayılmıştı. Kortizon kullanımında memleketimin canım doktorları o dönem çok bonkörlerdi ki en son bir yerlerde hatırladığım hem deriden kortizonun emilmeyeceğini iddia eder oldukları hem de beni plastik sargılarla daha iyi emebilsin derim kremleri diye sarıp sarmalayıp uyumaya göndermeleriydi.

Öyle böyle toplam 5 sene, nerdeyse her gün çılgın kortizonlu kremler kullandırdılar, bazen günde 1-2 tüp bitirmişliğimiz var tüm vücuda yetiştireceğiz diye… ‘ Deriden aslaaaaaa zarar verebilecek kadar emilmez’ dedikleri için, onlarca doktorla irtibatta olduğumuz ve hepsi de aynı şeyi söylediği için, bizim de güzel güzel kullanmışlığımız var tabi…

52 -53 kg lardaydım o ara, ağır spor yapıyorum, her gün 3 saatlik ağır antrenmanlarla…

Lise 1 in yazıydı. Marmaris’e gittik yine. Gittiğimizin ertesi günü bacaklarımın içinde derin çatlaklarla uyandım sabah; kan kırmızısı-mora bakan, derin ve geniş çatlaklarla…

Apar topar hemen İstanbula geri döndük ertesi gün… Testler, tahliller, röntgenler vs derken emilmez denen canım kortizonun mis gibi bedenime dolduğunu, bütün bedenimde kristal kemik sendromu başlattığını, derimi incelttiğini, ve bir dünyasını o zaman öğrendik. 

‘’Hemen sporu bırakıyorsun.’’ demesi doktorumun ve benim 32 kg almam arasında 2.5 ay var.

Duygusal- Fiziksel- Zihinsel en büyük çöküşlerimden birini yaşamamla da tabi ki.-)

Sonra hikaye bitmiyor canım doktorlarımla; kullandığım ilaçlara bakmayıp Cushing teşhisi koyup, böbrek üstü bezimi mi almaya kalkmadılar, dişlerim peynir yerken kırılmaya başladığında tüm dişlerimin sinirlerini alıp yanlış dişlerimi mi çekmediler, daha da daha da kortizon vermek için mi uğraşmadılar, şeker hastası olduğuma kanaat getirip ilaca mi başlamak istemediler? Aman da aman yani.. Şenlikli…

Ben ne yaptım?

17 yaşında sedef hastalığına ve ona bağlı meydana gelen tüm saçmalıklara dair tüm tedavileri kesmeye, kendimi dinlemeye, olan ne olacaksa ona teslim olmaya karar verdim..

Ki benim hikayemde şifalanmam öyle başladı…

Bu yazı kimseye ne yapması gerektiğini söylemek için değildir. Bu yazı yönlendirme, bilgilendirme, akıl verme yazısı hiç değildir… Bu yazı benim kendi hikayemde kendi canavarımı nasıl evcil hayvanım haline getirdiğimin paylaşımı olabilir belki, o kadar.-) 

Ne yaptığıma gelirsem:

  • Bir daha asla kortizonlu ilaç derime sedef hastalığı için kullanmadım… Kim ne derse desin kullanmamayı seçtim,
  • Patates-  Domates- Patlıcan- Biber- Kabuklu deniz mahsulleri ve alkolün en büyük tetikleyicilerim olduğunu fark ettim. Çok canım istemedikçe çok yemedim, çok içmedim… İçtiğim ve yediğim zamanlarda başka temizleyici besinlerle destekledim,
  • Kimyasal olan hiç bir şeyi- toksik maddeyi- sevmediğini fark ettim, kullandığım her şeyin daha doğalını bulmayı hem oyun hem adet edindim,
  • Saç boyasını kınayla değiştirdim,
  • Saç şampuanlarını yerine doğal saç sabunları kullanmaya başladım,
  • Eliminasyon diyetini hayatınım büyük bir çoğunluğunda döne döne yaptım, bedenime besin olarak aldığım her şeyde ayık ve uyanık olmam gerektiğini hep bildim,
  • Stresli bir evde büyümek ve stresin doğal güvenlik alanım olması… O doğal güvenlik alanımı değiştirmek için bugüne kadar, hiç durmadan kendi üzerinde, enerji alanımda, bedende tutulan enerjide, stres farkındalığında, sürekli ve hiç bıkmadan çalıştım,
  • Yaşam alanımda konforlu, rahat, huzurlu insanlardan azına yetinmemeye karar verdim; aldığım kararı uygulayabilmek için yıllarca çalıştım, hala da çalışıyorum,
  • Tatil yapmayı asla ihmal etmedim,
  • Doğada çok vakit geçirmenin şifanın büyük bir parçası olduğunu öğrendim, doğaya her zaman vakit ayırdım,
  • İlaç kullanımını her konuda en gerekli hallere bıraktım…. Özellikle antibiyotik kullanımında bakteri dengesi değişiklikleri sebebiyle cildimin tepki vereceğini öğrendiğimden prebiotik ve probiyotik kullanımıma hep dikkat ettim,
  • Kandida diyetini çok sık ve çok düzenli uyguladım,
  • Şeker ve beyaz unu hayatımdan nerdeyse tamamen çıkardım,
  • Mümkünse aksam 18.00 den sonra yemeği kestim,
  • 16-18 sene kadar hiç bir çeşitinden et yemedim, bolca yeşile daldım,
  • Spora her zaman vakit ayırdım,
  • Bedenime terlemeyi öğrettim, tüm gözeneklerimi açabilmek için saunada bolca vakit geçirdim,
  • Kendimi olduğum gibi kabul etmek, sevmek, sevdirmek, paylaşmak için uzun yıllar çalıştım, hala çalışıyorum,
  • Bana iyi gelmeyen duygularımla başa çıkmayı, onları anlamayı, onları bedenimde tutmadan serbest bırakmayı denedim, deneyimledim, öğrendim…Hala öğreniyorum..
  • Yediğim, içtiğim ne varsa en organiğine yüzümü döndüm,
  • Bütünsel tıp uzmanlarını dünyanın her yerinden buldum, yıllarca bıkmadan ve sabırla onlarla çalıştım… Ne mutlu ki artık ülkemizde de güzel tatlı bütünsel çalışan doktorlarımız var, pek mesudum…
  • Çok da fifi, sana ne, seni ilgilendirmez, kendi işine bak, nasıl istersen, keyfin bilir, hayır, istemiyorum, çünkü canım öyle istiyor, bi git canım ya, önce biraz ben zamanı canım,vb gibi lafları kullanmayı öğrendim ve olası her türlü durumda kullanmayı seçtim,
  • İnsanların çok biliyorum ben çünkü prof’um, doktorum, anneyim, bıkbık’ımlarını değil, kendi iç sesimi duymayı öğrendim… Ve onunla yol alabilme kabiliyeti geliştirmeyi…
  • Çok uzun seneler bütün kimliklerimden uzak, 2-3 hafta, her türlü irtibatı da koparttığım içsel yolculuklara çıktım dünyanın değişik yerlerinde,
  • Verebileceğim onca zarar varken, öncelikle kendime, bedenime… İyi olmayı seçtim.. Her gün her an yeniden seçtim…Kola içmek yerine soda içtim, baklava yemek yerine elma yedim, kızartma yemek yerine közleme yedim, ‘yapamazsın’ demek yerine ‘yapar benim güzel kızım her şeyi’ dedim, canımın istediğini de hep yaptım, hata yaptığımda kendime kızmak yerine- ‘ yarın daha iyisini yaparız, hadi uyu şimdi’ dedim… Kendime iyi davranmayı öğrendim…Kendim için iyi seçimler yapmayı…

Aklıma gelenler şu an sanki bu kadar… 

Kesin dahası vardır… Yazarım onları da yine hatırladıkça…

Ama sanırım en önemlisi yaşam yolculuğumda bana bu kadar şey öğreten bu hastalığa şükran duymayı becerdim…Gözlerim dola dola her gün hem de…

Uzun yazdım…

Çok yazdım…

Ama yazdım…-)

Öperim her birinizi buraya kadar gözü kelimelerime değen..

Banu