pretty-oriental-brunette-28596

Bölüm 9.

16. ADALETSİZLİK

Bir davranış biçimi olan adaletsizlik, merkezini düzgün tutamamakla ilgili. Biz, hayatta bir çemberin ortasında gibiyiz. Hayatımız da beş ana sütun üzerine şekilleniyor; evin, işin, arkadaşların, ailen ve sen. Hayatının tüm bu sütunlarına eşit değeri veriyor musun, eşit özeni gösteriyor musun yoksa birine karşı daha adaletsiz mi davranıyorsun? Daha açık sorayım, “Sizin için çalışıyorum ve daha çok çalışmam lazım” deyip haftada 128 saat çalışıp aileni ihmal ediyor musun? Tüm bu sütunların arasında kalıp kendini kaybediyor musun, kendine karşı adil misin? Doktorsan tüm hastalarına aynı özen, ilgi ve emek verdiğine emin misin? Yaptığın işte, herkese adil hizmet sunuyor musun? Hareket noktamız şu; kendi çemberinde kurallar oluşturduğuna ve o çembere dair olan her şeye eşit olanaklar ve şartlar sunduğuna emin olman gerekiyor.

https://www.banukalayci.com/?p=1099 Bölüm 1 için tıklayını
https://www.banukalayci.com/?p=1099 Bölüm 2 için tıklayınız
https://www.banukalayci.com/?p=1099 Bölüm 3 için tıklayınız
https://www.banukalayci.com/?p=1099 Bölüm 4 için tıklayınız
https://www.banukalayci.com/?p=1099 Bölüm 5 için tıklayınız
https://www.banukalayci.com/?p=1099 Bölüm 6 için tıklayınız
https://www.banukalayci.com/?p=1099 Bölüm 7 için tıklayınız

Adaletimizin bir ölçüsü var mı? Herkese, özellikle de aile bireylerine eşit davranmak nasıl mümkün?

“Bütün çocuklarıma adil davrandım ben” diyor bir anne. Neye göre adil? Hepsine eşit para mı verdin, eşit zaman mı ayırdın, eşit sevgi mi sundun? Burada konu, elinden gelenin en iyisini yaptığına emin olmak. İşinde de elinden gelenin en iyisiyle yürüyeceksin, kendinle ilişkinde de. Çünkü enerji dengesi, benim etrafımda dolanıyor. Ben bir adaletsizlik yaptığımda domino efekti gibi sistem, diğer sütunlar eğilip bükülüyor.

Bolluk nasıl ve neden etkileniyor adaletsizlikten?

Şemsiyeyi yamuk tutmak gibi adaletsiz davranmak. Yağmur yağarken ıslanırsın şemsiyen yamuk olursa. Bolluk enerjisi seni tependen akmaya devam eder ama senin kanalın yamulduğu için alamazsın. O yüzden hep bütünlüğümüzde kalalım, dikliğimizi koruyalım, adaletimize dikkat edelim diyoruz.

17. İFTİRA

İftirada, bile bile bir insanı karalamaya çalışma, zarar verme arzusundan bahsediyoruz. Yani, varsayımda bulunduğun, yanlış algıladığın, başka birisi hakkında konuşurken düşünceni gerçek gibi gösterdiğin her şey bizim için iftira tanımının içinde. İftiranın negatif his ya da davranışlar arasında yer almasının temeli, “Eşsizliğinle yapacak o kadar çok işin var ki.. Niye başka insanlar hakkında konuşarak o vakti harcıyorsun, enerjini ona akıtıyorsun?” sorularında gizli.

Bolluğumuzu nasıl etkiliyor?

Bolluk hissi için temelde hareket noktamız, doldurman gereken çanak için kendine yönelmen gerektiği. Yani senin enerjin senin haznende biriksin, senin bolluğun sana aksın. Senin paran ve duyguların, senin gerçeğinde biriksin. Herhangi birisiyle ilgilenmeye başladığın zaman, çanağını doldurmak yerine enerjini oraya buraya saçmaya başlıyorsun. Nasıl cebindeki para ya da kartının limiti kadar alışveriş yapabiliyorsan çanağındaki enerji kadar yaşayabiliyorsun, karar alabiliyorsun, emek gösteriyorsun ve sonuca ulaşıyorsun. O yüzden enerji çanağını düzgün şekilde doldurmak bizim işimiz. Hep dönüp dolaşıp “Kendine dön, kendinle ilgilen, kendini besle, kendi bütünlüğünde kal, sen iyi olunca her şey iyi olacaktır!” diyoruz.

18. DEDİKODU

Sıklıkla iftira ile karıştırılsa da dedikodu daha çok “Ne olmuş biliyor musun?” diye başkalarının hayatı hakkında konuşma, bilmediğin bir konuyu biliyormuş gibi anlatma hali.

İftira da dedikodu da zaman kaybına, enerji sızıntısına yol açıyor. Birileri yapıyor, birileri konuşuyor ve sen konuşan tarafta oluyorsun. Üstelik birine iftira atmak için “iftira odası”na girmen gerekiyor. Bu da senin de o eneri yüküne girdiğin anlamına geliyor, o enerji sana bulaştı artık. O nedenle senin için dilediğim kötülüm bana da gelecektir her zaman. Çünkü ben de enerji yüküyüm.

Dedikodu modern zamanların rahatlama aracı, masum bir yaşam biçimi gibi görülüyor. İş yerleri dedikodusuz olmaz, deniyor. Dedikodu niye bu kadar tatlı geliyor?

Tatlı geliyor çünkü ben seninle bir araya geldiğimde, kendi gerçeklerimizi ortaya koyarak geçirdiğimiz zaman, paylaştığımız sohbet bizi büyütecektir, geliştirecektir, temizleyecektir. Ama aynı zamanda bizi riske de sokacaktır. Çünkü benim kendi gerçeğimi ortaya koyarken savunma mekanizmalarımı indirmem gerekir. Güvenlik alanımın dışında olmak, savunmasız hissetmek beni korkuttuğundan, yüzde 100 gerçeğimle kendimi sana akıtmak yerine “Ahmet ne yapmış biliyor musun? Fatma da şöyle demiş” diyorum. Böyle yaptığımda korunma mekanizmalarına gerek kalmıyor ama ben zamanımı boşa harcamış oluyorum. Bizim yaratabileceğimiz bir fikri, gerçekliği, enerji akışını tamamen çöpe atıyorum. Ayrıca sana da bana da faydası yok.

Ya hakkında konuşulan insan? Ona etkisi nasıl oluyor?

Unutmamam gereken şey şu, en odaklandığım şeye enerjimi yönlendiriyorum ve onu büyütüyorum. Doğal olarak biri hakkında konuşurken senin ürettiğin enerji ona gidiyor. Sen onun enerji çanağını dolduruyorsun. Çünkü enerji varlığıyız ve birer şelaleyiz hepimiz bir anlamda. Hangi çanağı doldurmak istiyorsak yüzümüzü ona doğru döndürmemiz en mantıklısı.

Dedikodu yapmak bizi bolluğumuzdan nasıl ayırıyor?

Zihnin, bedenin ve duyguların, yaratmak istediğin gerçekliğe odaklanmak zorunda. Yani istediğin şey için harekete geçeceksin, onun hakkında düşüneceksin, meditasyon yapacaksın, alanını açacaksın ve hak ettiğini bileceksin. Oysa dedikodu yapan insan, kalbi açık olmadığından kendini ortaya koymuyor ve başkası hakkında konuşuyor. Ne oluyor o zaman? Kendimi yeteri kadar sevmiyorum, başkasından ayrı görüyorum, bütünlük hissinde değilim ve zaman kaybediyorum. 20 dakika her gün egzersiz yapsan vücudunun kas yapısı, yağ oranı, sağlığın, her şeyin değişir. Ama sen o süreyi dedikoduyla harcıyorsun. Kendin için yapabileceğin bir dünya şey varken, bunları yapmadığında hayatın içindeki varlığını, hayata kendini koyuşunu zaten etkiliyor.

19. ÖZÜ SÖZÜ BİR OLMAMA

Bollukta olabilmek için özün, sözün bir olmalı. Yani düşündüğünü konuş, konuştuğunu yap. Burada önemli olan hareket. Çünkü konuşmak kolay ve kişi inandığı şey hakkında konuşabiliyor. Harekete geçirmek istediği zaman bedendeki blokajlar yüzünden zorlanabiliyor. Düşünerek ve konuşarak yarattığı enerji, beden hareketleriyle uyumlu olmadığı zaman içeride titreşim farkı oluşturuyor. Bu titreşim farkının bedeli bizim için enerji ve emek kaybı oluyor. O yüzden inandığın bir şey söylediğinde, bunu harekete dönüştürmediğin zaman bilgi olarak sende kalıyor, erdeme dönüşmüyor. Erdeme dönüşmeyen her şey, egonun eline geçiyor ve sana karşı kullanılıyor.

Çok insan vardır; eğitime gider, hatta eğitim verir, çok güzel konuşur ama söylediği şeylerin yüzde 3’ünü bile hayatına sokmaz, yapmaz. Doktora gidersin, “Sağlıklı beslen” der ama kendisi beslenmez. Çocuğuna “Telefonda çok vakit geçirme” dersin ama sen altı saat telefon başında olursun. Tüm bunlar gerçeklik değil bizim için, boş konuşma. Zaman gitti, emek gitti, çocuğun kafası karıştı, sistemi bozuldu.

Sözlerimizi hareketimizle desteklemediğimizde bolluğumuz nasıl etkileniyor bundan?

Harekete geçmediğin için, erdem olarak bedeninde sözlerinin titreşimi olmadığı için gerçekliğin sorgulanır hale geliyor. Toprak hiçbir zaman şelaleyi, yağmuru, suyu sorgulamaz. Olduğu gibi kabul eder. Çünkü onun olabilecek en saf haliyle aktığını bilir. Ağaç, toprağı sorgulamaz, içindeki suyu kendine has bilinciyle istediği şekilde emeceğini bilir. Toprak kendine güvenir, ağaç kendine güvenir, şelale kendine güvenir. Çamurlu su bile aksa olması gerekeni alır. Ama sen olmadığın bir şeyi konuştuğun dakikada, sözlerinin hareketlerinle örtüşmediğini bildiğimde seninle yola çıkmak benim için zorlaşır.

Ben senin toprağın olmayı, ağacın olmayı, suyun olmayı keserim. Bolluk da böyle yapıyor…

…..

Bölüm 9 Sonu

Sevgimle,

Banu