child-wooden-airplane-aviator-wide-hd-wallpaper

 Bölüm 8

11. BİLE BİLE YANLIŞ YÖNLENDİRMEK

Bu davranış biçimi de hilekarlığa, dolandırıcılığa benziyor. Ama ayrıldığı çok önemli taraflar da var. “Bugün evde misin, seni çok özledim. İstersen geleyim mi?” diyene “Ben de seni çok özledim, tabii ki bekliyorum” dediğinde onu gerçekten özlemediysen bile bile yanlış yönlendirmiş oluyorsun.

Bunda ne kötülük olabilir ki?

Hayatta, tam da o sırada olman gereken yerin neresi olduğu önemli. Nasıl, çiçekler güneşe doğru dönüyorsa insanların da içinde de her zaman onlar iyi gelecek yöne dönmelerini sağlayacak bir mekanizma var. Ama toplumsal şartlanmalar, çalışma koşulları, yaşam biçimi, senin kalbinin aktığı yerde olmanı engelliyor. Yani “Seni çok özledim. Sana geleyim mi?” diyen insana aslında onu istemediğin halde “Bekliyorum” deyip iki saatini çay kahve içerek onunla geçirdiğinde hem kendin olman gereken yerde olmuyorsun hem de onu hapsediyorsun. Gidilmesi gereken yol gidilmiyor, yapılması gereken iş yapılmıyor. O yüzden hedeflerden, hayallerden, isteklerden ve yolumuza konmuş fırsatlardan ayrı düşebiliyoruz. Çok basit bir şey olsa bile insanların en çok yaptığı şeylerden biri bu.

https://www.banukalayci.com/?p=1099  Bölüm 1 için tıklayınız

https://www.banukalayci.com/?p=1099 Bölüm 2 için tıklayınız

https://www.banukalayci.com/?p=1099 Bölüm 3 için tıklayınız

https://www.banukalayci.com/?p=1099 Bölüm 4 için tıklayınız

https://www.banukalayci.com/?p=1099 Bölüm 5 için tıklayınız

https://www.banukalayci.com/?p=1099 Bölüm 6 için tıklayınız

https://www.banukalayci.com/?p=1099 Bölüm 7 için tıklayınız

Biz hep yaşam ağını tutmaya çalışırız. Yani olması gereken insanın, olması gereken yerde bulunması bizim için çok değerli.

12. SAMİMİYETSİZLİK

Samimiyetsizlikte, konuşurken kalbin elinde değil demek, karşındaki ile arana perde koyuyorsun demek. Olduğun şeyden sakınıyorsun; kalbinle, gerçeğinle arana perde koyuyorsun. Kendini ortaya koymadığında, kendini saklarken olmadığın bir şey gibi ortaya çıkıyorsun. O yüzden, kendi değerini bulmak için ortaya koyduğun her türlü eylemde samimiyetsiz davranırsan, istediğin geri dönüşleri alma ihtimalini de azaltıyorsun.

Tam olarak hayatın hangi alanındaki davranışları kastediyorsunuz?

Her alanındakileri. Çünkü ilişkilerini yönetirkenki samimiyetsizliğin de aynı, iş yaparkenki de. Zaten aslında ya samimiyiz ya da değiliz. Samimiyetini engelleyen korunma mekanizmaların varsa bu durum korkularınla, kendi gücünü, değerini, var oluşunı sorgulamanla ilgilidir. “Eğer kendimi ortaya olduğum gibi koyarsam sevilebilecek miyim?” sorusuna “Emin değilim” diye cevap vermektir. Samimiyetin en basit örneği sana üzerindekinin yakışıp yakışmadığını soran birine düşünceni tam söylemektir. “Beğenmedim ama güzel olmadı mı deseydim şimdi” diyorlar. İyi de güzel olmadığını düşünüyorsun. Senin fikrini sormuş. Güzel olmadı diyen ben olmayayım, sorun çıkmasın, o beni sevmeye devam etsin… Sonuçta hep dönüp dolaşıyoruz kendi gerçeğimizi sorguladığımız yere geliyoruz. Böyle bir durumda bolluk nasıl olabilir?

13. KİBİR

Şeytanın Avukatı filminde şeytan “Kibir en sevdiğim günahtır” diyor. Filmde, negatif enerji yükünü taşıyan ve şeytan olarak adlandırılan varlık aslında sana sürekli olasılık sunuyor. Seçim yapman için sana fırsat veriyor. Yani tüm negatif ve pozitif duygular için aslında her zaman olasılıklar var. Bunun için kibir çok kritik bir yerde.

Kibir nedir peki?

Kibir, “Ben her şeyi biliyorum” hali aslında. Kibir neden bir kişide var olmaması ya da üzerinde çalışılması gereken duygulardan bir tanesi? Çünkü kibire girdiğim konuyla alakalı bilgi almayı, kendini irdelemeyi kesersin. Diyelim, bugün Türkiye’de satılabilecek en muhteşem telefonu kullanıyorum. Ama 6 ay sonra üst versiyonu çıkacak. Bilgi de böyle, güncellemem gerekiyor. Bugün bildiğim şey yarın değişiyor. Çünkü ben değişiyorum, hayat değişiyor, insanlar değişiyor.

Bir şeye takılıp kalırsam bu beni andan uzaklaştırıyor, fırsatları görme ihtimalimi de azaltıyor. Çünkü tüm fırsatlar anda ortaya çıkıyor.

Kibir sözlüklerde “kendini başkalarından üstün görme hali” olarak tanımlanıyor.

Çünkü dışarıdan öyle algılanıyor. Sen bana bir bilgi vermeye çalışıyorsun, ben sana bakıyorum ve “20 senedir bunu öğretiyorum, bana mı anlatıyorsun?” diyorum. Kapattım kendimi. Ama sen benim karşımdaysan sende olan bir şey bana doğru akıyorsa bunda bana dair bir şey vardır. Geçmişime dair vardır, anıma dair vardır, geleceğime dair vardır. Bunu, nedenini, ne olduğunu bilemem. Ama “Biliyorum” deyip kendimi kapattığım anda bunu öğrenme, hissetme fırsatım da kalmıyor.

Kibirin altında da “Yeteri kadar iyi değilim” inancı yatıyor. Yeteri kadar iyi olmadığını düşünen insan hayatta ne kadar, ne yapabilir sorgusu bolluk bilinci konusunda kesinlikle çalışılması gereken bir yere varıyor.

14. ZALİMLİK

Bile bile etrafında hasar yaratma, zalimlik bir davranış biçimi aslında. Bizim için ana fikir ne? Çiçeklerin üstünden yürürken bile onları ezmeden yürümeye çalışıyoruz. Onun yaşamını, var oluşunu ne kadar onurlandırırsak, kendi gerçeğimizin, yürüdüğümüz toprakların da güzelliğini o kadar destekliyoruz çünkü. Kişi, zalimce davrandığı zaman etrafında bulunan insanların, onun gerçekliğini oluşturduğunun farkında olmadan onlara zarar vermeye çalışıyor. Yani aslında kendi gerçeğine zarar veriyor. Daha da içeri doğru dönersek zalim insanların kendine karşı şefkatli olmadığını görüyoruz.

Bir de şu var; sen hangi havuzdaysan, orada av bulur ve av olursun. Davranışının geri dönüşü senin içinde olmayı seçtiğin yerden gelir,

Sana zalimlik yapacak insanlar yaratırsın. Zarar verdiğin ve zarar göreceğin bir gerçekliğin içinde, kendi güzelliklerini hayata akıtmak için harcayacağın enerjiyi gereksiz çöp enerjiye dönüştürerek kullanıyorsun.

Zalimliğimiz bolluğumuzu nasıl etkiliyor?

Biz bütün enerjimizi kovamızı doldurmak, çorbamızı artırmak, suyumuzu bollaştırmak için kullanıyoruz. Oysa zalimlik için harcanan enerji, yaratım noktasında değil, yok etme noktasında dolanıyor. O yüzden enerji kaynağı olan, enerji üreten birinin bunu çöpe atması, bolluk kovasının yavaş dolacağını ya da dolmayacağını gösteriyor.

15. MERHAMETSİZLİK

Zalimlikle aynıymış gibi görünse de merhametsizlikte durum farklı. Merhametsizlik, başka nedenlerden dolayı zarar görmüş bir şeye, kişiye kalbini akıtmamak, onun yolunu onurlandırmamak, sevgiyle ve şefkatle sarmalayıp iyi niyetini sunmamak, başını çevirmek. Tamam sen zarar vermiyorsun ama o dakikada büyümeye çalışan, bir deneyimin içinden geçen kişiye bakmıyorsun. İlla “Başını okşayalım, ona ev tutalım, para verelim” demiyorum ama gördüğün zaman, yanından geçerken hiç yoktan “Yolun aydınlık olsun” hissine girmek bile merhamet odağında olmaktır. Bu acıma duygusu ile karıştırılıyor. Ama değil, çünkü acıma olabilecek en negatif duygulardan biri. Acıma, senin ondan daha iyi olduğuna inandığın illüzyon içinde olmak çünkü. Bizim için daha iyi ya da daha kötü yok. Yola erken çıkmış olanlar var. Bedeni daha fazla ve değişik hafıza tutan var. Ama yol hep aynı. Kimimiz ilkokuldayız, kimimiz ortaokulda, lisede. Sonuçta herkes kendi enerji alanını, bedeninden akıtmaya çalışıyor. Yaşamın farklı dönemlerinde acıma duygusuna girdiğinde

“Senden o kadar iyiyim ki! Seçtiğin yaşamın ne kadar kötü olduğunu görecek, senin için üzülecek ve sana acıyacak kadar senden iyiyim” demiş oluyorsun. Merhamet hissinde olan kişi ise işin gerçeğini görüyor. Bunun büyümeye dayalı bir sancı olduğunu fark ediyor. Her ne yaşıyorsa yaşasın o insanın yaşadığı şeyi onurlandırıyor. Kişinin yaşadığı zorluğun, sıkıntının arkasındaki büyümeyi görüp ona sevgisini, şefkatini belki emeğini sunmayı seçiyor. Acıyarak da aynı şeyi yapabilirisin, merhabet göstererek de. Aynı eylemi, iki farklı duygudan yaptığın zaman sonuçları iki farklı yere gideceksin demektir. Yine bir örnekten gidelim. Diyelim ki sağlıklı besleniyorsun. Ama “Bedenimi seviyorum, o yüzden sağlıklı besleniyorum” ile “Kanser olmaktan korkuyorum. Bu nedenle sağlıklı yiyecekler tüketiyorum” farklı. Korku enerjisini içine koyduğun için beden titreşimini değiştiriyorsun, sağlıklı yemek yesen de ürettiğin korku önüne geçiyor. Aynı şey merhamet ve acıma duygusu için de geçerli. Genellikle o yüzden acıma duygusuna girerek yaklaştığın insanlardan farklı tepki alırsın. Merhamet gösterip sevgiyle sarmaladığın insanlar, aynı eylemi yapsan bile yaklaşır sana.

Bu fark neden oluyor? Davranışın titreşim yükünü mü hissediyorlar?

Bir dönem acıma konusunu daha iyi anlamak , acıma duygusu üzerinden hayatını kazanan insanlarla ya da insanların yoğun acıma duygusu beslediği kişilerle çok çalıştım. Yoldaki dilencilerle, yalnız çocuklarla, sokakta yaşayan, sahilde uyuyan insanlarla 2-3 yılım geçti. “Kim olduğunu zannediyor ki bana acıyor? Tabii ki bana acıyan o insanları, onların o hallerini kullanacağım” noktasından geliyorlar. Yani o kim ki bana acıyacak?

Merhametsizliğimiz bizi bolluktan nasıl uzaklaştırıyor?

Bütünlük noktası bizim için çok önemli bollukta. Sen ne kadar kendi gerçeğini, bütünlüğünü, kendi potanda tutmayı becerebiliyorsan hayatın bolluğunu da o kadar içine alabiliyorsun. Merhameti olmayan insanda ise “Ben ve onlar” bakış açısı var. Dolayısıyla orada biri üzülürken, acı çekerken onunla bütün olduğunu, evrenin senden aktığı kadar ondan da aktığını ve aslında bunun senin de bir parçan olduğunu unutuyorsun. Bütünden kendini ayırdığın için bolluk şelalesinin altında keyfini çıkaran kişi olamıyorsun, kovanın içindeki suyla yıkanmaya çalışan kişiye dönüşüyorsun. “Bu bedende, ben sadece kendimi düşünürüm” noktasına geliyorsun. Sadece kendini düşünmek, şu anda insanların ana sorunlarından bir tanesi. Kendini düşünürken denizi düşünmüyor. Kendini düşünürken arıları düşünmüyor. Kendini düşünürken kedileri düşünmüyor.

Kedileri çok düşünüyor insanlar…

O da ayrı bir durum. Sokaktaki kedilere sürekli mama vererek kedilerin avlanma içgüdüsünü yok eden bir insan aslında kedileri açlığa götürüyor. O bizim için merhamet değil, acıma duygusu. Acıma duygusunun sonunda da kedilere zarar veriyorlar. O nedenle kedilerin birçoğu hasta, gözleri oyuk. Bir martı gözünü oyuyor, çünkü koşamıyor. Çünkü avlanmayı, kendi yemeğini bulmayı bilmiyor.

Dışarıya gösterdiğin merhamet, genelde kendine gösterdiğin sevginin ve birlik bilincinin yansımasıdır. Birlik bilincinde olan insanın bolluğu içine alıp yönetmesi, her türlü fırsata bakması, fırsatın arkasını görebilmesi, zor durumlardan geçerken ona acıyan insanlar yerine merhamet ve sevgiyi yöneltecek insanları etrafına çekmesi, acıma duygusuna girenleri ayırt edip yolundan çıkarması, gitmek istediği yolu da kolaylaştırır.

Karışık gibi gelebilir ama bu konu çok kritik öneme sahip. Oysa insanlar, hayatın içinde zorlantıkları, sıkıntı çektikleri yerlerde özşefkat yerine kendine acıyan kurbanlara dönüşüyorlar. Kurban psikolojisine giren bir insan, yüzde 100 bolluğu akıtmaya hazır değildir. Çünkü hep başkaları ona zarar veriyordur ve başkaları yüzünden o bir şey alamıyordur.

Merhametsizliğin bollukla ne ilgisi var?

Bolluk bilincinin ana temasını hatırlayalım, neydi? “Ben kendi gerçeğimi yönetebilecek güçteyim, Tanrı’nın muhteşem bir yaratımıyım ve her ne oluyorsa, şu anda göremesem bile herşey benim hayrıma oluyordur” hissiydi. Bu histe olan insan insan, gittiği yolda pes etmez, vazgeçmez, sevgisini bırakmaz, hareketini durdurmaz. Çünkü arkasındaki mucizeye yönelir. Merhametsiz olan, kendine acımaya başlayan, kendine şefkat göstermeyi bırakan insan ise insanları suçlayarak vakit kaybetmeye başlar. Hareketini durdurur, Tanrı’ya sinirlenir, kendisiyle boğuşmaya başlar.

Bu dünya üzerinde haksızlığa uğrayan, canı acıyan birçok kişi var. Akla gelen soru da şu oluyor; herkese ben mi yardım edeceğim?

Bakış açım şu olmalı. Birincil merkezim kendimim. Yüzde 100 kendi arkamı tutmam gerekiyor. Elimdeki enerjiyi, parayı ve zamanı kullanırken buna dikkat edeceğim. Sonra en yakınımdaki merkezimi, ailemi, çocuklarımı tutacağım. Sonra da arkadaşlarımı diye gidebilir bu çemberler. Neden? Çünkü ağaç da öyle büyüyor. En yakından uzağa doğru. Zorluk yaşayan biriyle karşılaştığımda o anda param, zamanım, emek gösterecek durumum, enerjim yoksa sadece kalbim- den “Dostum yolun ışık olsun. Benim koşturmam lazım!” desem bile merhametim onunla olur.Yarattığım his burada çok önemli.. Sevgimi yoluna serip, ona güvenip, seçimini onurlandırarak uzaklaşmakla, acıyarak uzakalaşmak arasında kocaman bir fark var. Bildiğim şey ne? Ben onun yanında olmayabilirim ama bütünlük bilincinde hepimiz biriz. Onun yanında olması gereken kişi,eğer ben herhangi  bir sebepten olamıyorsam onun yanında olacaktır.Ya da belki o süreçten yalnız geçmesi gerekiyordur?

Herkesin yanında olmaya çalışırken kendi gerçeğini, çocuğunu, aileni şefkatsiz bırakırsan bu bizim için gerçek merhamet değil. Özellikle bu konu çok karıştırılıyor. Gerçekten birlik bilinciden gelen merhamette, sorun yaşayan kişinin yanında olması gereken insanların olacağını her zaman bilirim. Bunun için önce kendimi sorgularım. “Zamanım yok, emeğim yok, param yok. Ben şu an yanında olama- yacağım. Ama olması gereken olacaktır” diyebilirim, Yine yalancılık yapmıyorum, samimiyetimi bozmuyorum, kendi değerimi çöpe atmıyorum. Onun yaratımına saygı duyuyorum. Tüm bunların ağında, içinde bulunmama güveniyorum. Olması gereken insanın orada olması için de alan açıyorum.

Nasıl alan açıyorsunuz? Bunu biraz daha ayrıntılı anlatır mısınız?

Yine örneklerle ilerleyelim… Yolda bir kadını zorla arabaya tıkıştıran bir adamı gördüm diyelim. Önce ben gördüm ama çocuğum evde 40 derece ateşle yatıyor ve benim onu alıp hastayene yetiştirmem gerekiyor. Şimdi durup oradaki kızı kurtarmaya çalışırsam kendi çocuğum için yapmam gerekeni yapamayacağım. Karar vermem lazım. Ben de zamanımın olmadığına karar verdim. Çünkü benim için en yakın çevremde başka bir önemli olay var. Şefkatle “Olması gereken insan yanında olacaktır dostum’ deyip hissettiğimde ona merhabetimi sunarım ve yardım için alan açarım. Diyelim ki benim hemen arkamda da sen varsın ve kaçırılmaya çalışılan kızı gördüm. Bir erkeğin karşısına geçip “Kızı bırakacaksın” demek kızı elinden kurtarıp kendi arabana almak, tanımadığın bir insan için bunu yapmak belki senin de için hayat dönüştürücü bir deneyim olacak. Belki daha önce hiç kimsenin karşısına geçip bunu yapmamıştın. Ben kendi doğallığımdan gerçekliğimden uzaklaşıp merhamet yerine acıya girseydim orada durarak kıza yardım etmeye çalışsaydım hem kendi çocuğuma zarar verebilirdim hem de seni büyütecek bu deneyimi yaşamana engel olabilirdim.

Böyle bakınca hayat ne kadar kolay ve eğlenceli!

Tabii ki öyle. Bunun için farkında olmak ve otomatik programdan çıkmak gerekiyor. Bize öğretilmiş davranış biçimleri ve onun arkasındaki sevilme ihtiyacından, çok severek temizlenmiş olmamız lazım.

Bölüm 8 Sonu…

Sevgimle,

Banu