sakura-branch-17198

Birbirimizi kutulara koyuyoruz…

Anlamak için değil çoğu zaman çabamız, sevmek için değil, birliği birbirimizin gözünde görmek, özü sarmak, hayat deneyimlerimizi onurlandırmak için kalbimizi görünenin ötesine açmak ve tüm kalplerin tınısında dünyayı saran tınıyı dinlemek için değil sanki…

Oyunlara geliyoruz, kitle dolduruşlarına, ayrımlaştırılmaya, kimliklere takılmaya, daha çok kimlik yaratma çabasına….

Sonra nefessiz kalmalar, sonra yolu kaybetmeler, sonra mutsuzluklar, sonra acılar ve haykırışlar dünyayı saran… Tınıyı duyabilenleri nefessiz bırakan sanrılar…

Her birimizin seçim yapması gereken günler çoktan geldi…

Neyi seçtiğimize karar verme zamanı, seçtiğimizin arkasında durma zamanı, seçtiğimize uygun davranma zamanı, kimsenin tınısıyla değil, kendi tınımızın uyumuyla dünyaya sunduğumuzu gözden geçirme zamanı…

Acılara saplanmayı seçeceğiz, yoksa öğrenip yaşanandan ,bırakmamız gerekeni bırakıp , erdemimize sarılıp deneyimin bıraktığı yürümeyi mi?

Ayrılıklarımıza takılmayı mı seçeceğiz, yoksa ayrılığın olmadığı bütünlüğümüzde, yaşanan her gün için şükran duymayı, yaşananları yaşama onuruna sahip olabildiğimiz için yeni karşılaşmalara açılmayı ve hakkını vermeyi mi tüm yürek?

Kim olduğumuzu hatırlamayı mı seçeceğiz her gün, yoksa kimse olmadığımıza karar verip, bizden akmayı seçen ilahi varlığı küçültmeyi, yok saymayı, bedenin içinde ona verdiğimiz müebbette gününü doldurmasını mı?

Yaşamayı mı seçeceğiz nefeste, yoksa olmayanların hayalinde söylenmeyi ve zavallıyı oynamayı mı?

Birbirimizin gözümüzün içine bakıp Bütünlüğün Nefesinde solumaya mı adanacağız hayatta, yoksa birbirimizi yok saymayı, yargılamayı, anlamadığımız her hayat birimini yok etmeye çalışmayı mı?

Mutluluğun tınısında , kendi müziğimizi duymayı ve hayatın içinde onunla dans etmeye mi adayacağız hayatımızı, yoksa kendi özünü ortaya koymak için çalışanları kınamayı, kendi mutluluğu için çalışanların mutluluğunu yok etmeye çalışmayı mı gözümüzden çıkmasına izin verdiğimiz nefret ve kızgınlık parçalarıyla bize özgürlüğümüzü ruhun hatırlattıkları için?

Her şey olabileceğimizi, her şeyi yapabileceğimizi, her istediğimiz hissi yaratabileceğimizi, kalbin dokusuna sevgisiyle ve kalbin özlediği deneyimle iyi gelecek her şeyi hatırlayıp buna uygun yaşamayı mı seçeceğiz, yoksa korkularla, sevilmeme endişesiyle, ayrı görülme tasasıyla, yalnız kalma düşüncesiyle, geçmiş referansların temizlenmemiş kalıntılarıyla, basma kalıp gelecekler yaratmaya devam mı edeceğiz hediye hayatlarımızda?

İnsanları kutulara koyuyoruz…

O kutunun arkasını görmemek için direniyoruz, görmeye izin verdiğimizin fazlası olabileceği olasılığından bile kaçınıyoruz çoğu zaman…

Ve sistem ağlarında kodumuzu negatiften basıp, tınımızı farkındalıksız karanlığa döndürüp, eleştirdiğimiz karanlığın parçasını oluşturuyoruz varlığımızda, zihnimizden geçen, geçmesine izin verdiğimiz her yargı parçacığında..

Hepimizin karar verme zamanı geliyor hayatta, hayatlarımızda…

Daha gelmediyse zorlamalarla ….

Ve neyi seçiyoruz hayatta?

Özümüzü büyütüp, mutlulukları ışıldayan gözlerimizden dünyayı görmek ve deneyimlemek için kullanmayı mı, acıya sahip çıkmayı seçip gözümüzü karartıp, baktığımız her şeyde karanlığı görürken, karanlığı, sahteliği, sahtekarlığı, öze ihaneti beslemeyi mi gözden akan?

franziska-facella-16529

Ne biliyor ki konuşuyor?

Ne yaşamış ki anlatıyor?

Ne anlar ki acıdan mutluluk bir seçimdir diyor demiş yakınlarda bir dostun dostu….-)

Her gün gözümdeki pası silerek, yaşama ne getirdiysem sadece onu akıtacağıma kendime söz verdiğim gün ……. Ağır bir gündü… Bir o kadar da karmaşa…

Başka boyutlarda, benden başka kimsenin görmediğini bir ara anladığım insanların arasında geçen çocukluk…

Bilmediğim diyarlara kontrolsüz geçişlerimde dünya boyutunda bağlı olduklarımı bir daha görememe endişesi zaman zaman….

Boyutlar arası gidiş gelişlerimde kendini gösteren ölmüş ama ölememişler sürekli yardım bekleyen, konuşan ve susmayan…

Sürekli kaybolan eşyalar, patlayan lambalar, kırılan camlar, bozulan tüm elektronik aletler her duygumu kontrol edemediğimde…

Tüm insanları konuşmadıklarıyla da duyma, kimliklerden çok özü görme, kimliklerin değişen renklerinden korkma yalanlarıyla.. anlamama…

Standart algıda duyulamayanı duyduğum için, görülemeyeni gördüğüm için var oluşumdan korkan insanlarla sarmalanma, içte herkesin bunları yaşadığı sanan küçük kızın sorgulamaları neden anlaşılamıyorumladında….

Farkılıkları fark etme ergenliğin başında… Normal olmak için kendinden vaz geçme çabaları… Öze ihanetin en güçlü anları….

Yıllarca güne iki litre asitli içicek, iki paket sigarayla başlama…

Her kimsem bu topluma uymuyor, istenmiyorum, sevilmiyorum, anlaşılamıyorum, saldırılıyorum, yok edilmeye çalışılıyorum, o zaman ben kendimi yok edeyim bu dünyada kararı önce….

17 yaşında üç ayda 35 kilo alan bir bedenin içine hapsolma…

Olanı saklama çabasının bedene ihanetiyle gelen sayısız hastalık peşinden….

Bütün bedenin sedefle kaplanması baştan ayağa…

Normalleşme çalışmalarının işe yaramaz çabaları….

Patlayan camların yanına gelen patlayan damarlar, patlayan deriler, patlayan ilişkiler hayatımda…

Tacizler, tecavüzler….

23 Yaşında bir bebek kucağımda ben kendimi yok etmeye çalışırken varlığıma hediye…

Bitmesi gereken okul, bitirilmesi gereken stajlar, bakılması gereken bir ev…

Aldatmalar, yalanlar, kıskançlıklar, arkadan iş çevirmeler….

Ve hala patlayan camlar, hala konuşan ölüler, hala gezilen başka boyutlar kontrolsüz, hala ben garibim ve yok olmalıyım inancı en derinlerde…

Bunun üzerine koyun daha aklınıza gelebilecek tüm drama parçalarını….

Ve bir gün gelen yeter çığlığını içinde….

Bir gün artık karar vermem gerektiğini biliyordum; özüme sadık mı yaşayacağım, insanların beni anlamasını ve onaylamasını bekleyerek mi, istediğim ve hakkım olduğunu düşündüğüm sevgiyi dışarıdan kızgınlıkla beklemeyi mi, yoksa olduğum şeyi sevmeyi mi seçecektim, yaşamasına izin mi verecektim, varlığını onurlandırıp, seçimlerini dünyada mı yaşayacaktım bedenli oluşumun mucizesinde….

İki üç gün kimseyle konuşmadan, öylece duvara bakıp kafamda yaptığım hesapları hatırlıyorum….

Var oluşuma saygıyla, olana kızgınlık arasında kendimle verdiğim kocaman savaşı….

Odadan çıkarken de geldiysem ben gibi yaşayacağım dediğim anı….

Hiç birimiz birbirimizin ayaklarında yürümüyoruz bu hayatta…

Hiç birimiz tamamen bir başkasını anlayabilme yetisinde değil bu bir ama farklı deneyimlediğimiz hayat anlarında…

Hiç birimiz diğerinin yolculuğunu bilmiyor, bilemez…

Ama birbirimizi sevmeyi seçebilir… Anlamasa bile saygı duymayı seçebilir… Kendisine odaklanıp, yolunda her karşılaştığının seçimleri her ne ise yolunda kolaylıklar dileyebilir… Anlamaya çalışmak yerine, akıl vermeye çalışmak, yargılamak, yok saymak, kötülemek, kendi doğru bildiğini doğru diye diretmek yerine… Kalbiyle hayatta ne istiyorsa onun olması için dileğini yollayabilir…

Koca bir orkestrada hepimiz kendi müziğimizi sadece bizim olan, bizde olanla , bizi uyumlu olanla çalmaya programlı olduğumuzu hatırlamamız gereken zamanlardayız bütünün muhteşem konserini sunma zamanı geldiği bu anlarda….

Müziği duyma, onunla uyumlanma, tüm programları aşıp toplumun derimizin altına yerleştirdiği, ana programa uyumlu davranma zamanını onurlandırma….

Nefes alıp içe dönme, tüm hikayelerimizin arkasındaki gerçeği görme, ona uyumlu yaşamak için ona uyumsuz olan her şeyi bırakıp özgürleşme gerçek gerçeğin huzunda….

Sadece gerçek olan kalacak ya….. Eninde sonunda…

Ruhumuzla Dansımızın görünür olduğu günler dileğim Kalbimizin Pusulasının açtığı yolda….

Kolaylıkla, sağlıkla, aşkla, neşeyle, huzurla, gerçeğin muhteşemliğinin aydınlığında….

 

Banu